Bazen gece uyku tutmaz, bazen de uyur gecenin bir vakti uyanırım. Uyanınca ne yaparım? Buraya yazarım elbet, ama paylaşalım ne yaptığımızı. Mesela ben şunu dinledim uykum gelir diye:
Bu saatte zaten uyunmaz ki Saat daha 9'u çeyrek geçiyor
Aslında biraz uyuyup gece uyanasım da var
Vallahi her gece klasikleşmiş yaşam ritüelim, yatağa yattıktan sonra National Geographic veya Discovery'yi açıp birkaç saat onlara bakıp, TV'yi otomatik kapanmaya ayarlamak oluyor. Genelde Discovery'de araba motor yapıyor veya saçma sapan deneyler yapıyorlar, pek sarmıyor. Bir ara Deadliest Catch vardı. Hastasıydım. Yenilerden de Petrol, Ter ve Petrol Kulesi'ne bayılıyorum. Şu sıralar National Geographic çok daha güzel. Gece uyumayı başaramayanlara tavsiye ederim. Hem eş dost muhabbetinde oradan duyulan bilgileri anlatmak da fiyakalı oluyor.
Önceden tüm gecem film izlemek, internette gezinmekle geçerdi. Bazen 2 gün uyumaz sonra bir yatar bir günü çıkarırdım takvimden. Hatta sınav zamanları ders çalışarak geçerdi tüm gece. 6 yıl boyunca güneşin doğuşunu görmeden uyumak diye bir eylem bulunmazdı hayat anlayışımda. İstesem de olmazdı zaten. Uzun sohbet geceleri, oyun geceleri, eğlence geceleri buna izin vermezdi. 6 yıl boyunca adeta gece yaşadım, sabah güneşin doğuşu ile gündüz 1, 2 ya da 3 arası uyudum.
Hâlâ bir şeyler yapabilmek için güneşin batıp karanlığının hükmünün başlamasını bekliyorum. Biliyorum bu yaşam şeklini terk etmek çok zor olacak. Ama yavaş yavaş normal insanlar gibi yaşamaya başladım. Elbette mecburiyetten. Ve artık eskisi gibi film izleyemiyorum.
Gecelerimi özledim...
@robin
Mozart'ın Requiem'i değil mi bu? Gerçekten çok dinlendirici bir eserdir. Yine dinlendirici bir eser ise Bach'ın Goldberg varyasyonlarıdır. Bach, bu eseri uyku problemi olan bir dostu için yazmış. Rivayete göre dostu yatağına yatar, yan odada da Bach bu eseri çalarmış. Tavsiye olunur.
@baritonverdi, evet Mozart'ın Requiem'i Bunun en iyi sinema ifadesi de sanırım şunda:
http://imdb.com/title/tt0086879/ | |
Directed by: http://imdb.com/name/nm0001232/ Genre: Drama / Music Tagline: Amadeus. The man. The music. The magic. The madness. The murder. The mystery. The motion picture. Plot Outline: The incredible story of Wolfgang Amadeus Mozart, told in flashback mode by Antonio Salieri - now confined to an insane asylum. User Rating: 8.3 / 10 (61,671 votes) http://imdb.com/chart/top Runtime: 160 min / 180 min (director's cut) Awards: Won 8 Oscars. Cast: http://imdb.com/name/nm0000719/, http://imdb.com/name/nm0001371/, http://imdb.com/name/nm0000931/, http://imdb.com/name/nm0234541/ |
İşte müdavimi olacağım bir başlık. Uyku alışkanlıklarımız türlü türlü. Ben haftasonları dayanabildiğim kadar kalıyorum. Hafta içi ise mecburiyetler, dayanabildiğim noktaları bile kabul etmiyorlar. Benimkisi çoğunlukla bebek nöbeti. Belli bir saate kadar evde ayakta kalan tek kişi olmanın bir bedeli. Nöbeti renklendirecek film ve dizilerle geceyi paylaşmayı seviyorum. Uyumak güzel şey. Ama keşke insan hayatında böyle bir ihtiyaç, bir mecburiyet olmasaydı diye düşünüyorum. Uyku diye bir kavram olmasa, hiç uyunmasa. Sabah işe gitmek için hiç uyku tutmadığı halde uyumaya çalışma derdi olmasa.. Daha fazla yaşadığını hissederdi insan, bir sürü uğraş bulur, bir sürü film izlerdi. En önemlisi geceyi yaşardı. Ne yazık ki uyuma zorunluluğumuz var ve bununla yaşamalıyız. En son ne zaman uyumaya çalıştığımı hatırlamıyorum. Benim için uyumak, uyanmak kadar kolay son zamanlarda. Mozart'ın Requiem'ini hiç denemedim. Ama acilen uyuma zorunluluğu olanlar için Tarantino'nun Death Proof'unu atlamayın derim..
Yine uykum kaçtı işte. Evde herkes uykuda. Kedi zaten sürekli uyuyor... Arada bir sokaktan geçen arabaların belli belirsiz sesi dışında gece tümüyle sessiz. Aslında çalışmak için çok güzel bir ortam. Bir dönem bende uyuyamama problemi vardı. Sanırım yıllarca geceleri çalışmanın -müzisyenlik- sonucunda biyolojik bir saat oluşmuştu bende. Gün içinde ne kadar uykum olursa olsun saat 22.00'da cin gibi oluyordum. Bu saatten önce dayanamayıp yatarsam da en geç 01.00'da uyanıp sabahı ediyordum. Evlenip memuriyete başlayınca bu hastalık azaldı. Artık ben de normal insanlar gibi uyuyabiliyorum. Ama bazen eski biyolojik saat hortluyor, bu da o gecelerden biri sanırım.
Dayanamadım ve dediğim gibi 10'da uyudum, gece iki gibi uyandım Uyku düzenimin düzensiz olmasını çok seviyorum. Sevdiğim nadir düzensizliklerden biri bu herhalde
Bazen günlerce günde 3-4 saat uyuyarak geçiriyorum. Bazen de günlerce günde 12-13 saat uyuduğum oluyor. Fakat gecelerin dayanılmaz cazibesi beni kendinden bir türlü ayırmıyor. Mutluyum ben böyle.
Senelerdir böyle yaşayan ve senelerdir de bu durumdan pek mesut olan insanlardan biriyim ben de. En yakın yol arkadaşım da 12'den sonra ulusal kanallarda oynayan çoğu birbirinden facia filmler
Los Angeles'tan Kaçış oynuyordu az önce bir TV kanalında Böyle filmler başlayınca hiç saate bakmadan aşağı yukarı 2 civarında olduğunu anlıyorum. Bir de Show TV'nin canavarlı filmleri olur
Sürüden ayrılanı kurt kapar mantığıyla işleyen ve birçok gencin ormandaki bir evde toplaşmasıyla başlayan filmler
Mutlaka iki üç tane güzel kız olur. Bir tanesi gotiktir, bunalım takılır. Bir tanesi çok afedersiniz filmin sürtüğüdür. Bir tanesi de erkeksidir
Erkeklerden biri de mutlaka zenci olur, ilk o ölür. Amerikan terimiyle "loser" vardır bir tane ve mutlaka gözlüklüdür. Bir tane de sporcu vardır kaslı maslı. Teker teker ölür bu zavallı gençler.
Yılan'ı bir kere daha izledim zevkle. Kurt Russell'ın rol kesebildiği zamanlar, Steve Buscemi falan çıkıyor bir kenardan, Che Guevera göndermeli tipler, Carpenter'ın aşık olunası post apokaliptik dünya atmosferi. Show'a çamur atıyoruz ama uykum ve yapacak daha iyi bir işim yoksa yatağa uzanıp o saçma filmlere bakarak uykuya dalıyorum habire. Amme hizmeti yapıyor yani bu kanal Cine5'te bazen son derece fuzuli filmler olabiliyor, misal bu gece Prison Break'teki Linc'in eski bir filmi vardı. Çizgisine hiçbir şey katmadığını gördüm, yine bir meşe palamudu misali performans çıkarmış. Film de http://www.imdb.com/title/tt0216487/. Puanına dikkat.
dae, filmin puanını göremesem de çok etkileyici bir film olduğu aşağıdaki resimden belli.
Uykum var, bu tür hatalar normal olmalı bu başlıkta Düzelttim sonradan.
Gecenin bir yarısı Facebook'a kaptırdım kendimi. Bir yandan da saat belirledik daedalus'la havaalanına gitmek için. Zor bir gece bizim için. Bugün canımız gibi sevdiğimiz baronio'muzu Tayland'a yolcu ediyoruz. Oraya yerleşip yeni bir hayat kuracak kendine. Hem kızılacak, hem kıskanılacak, hem sevinilecek, hem öfkelenecek, hem istenecek, hem korkulacak... bir hareket bu. Türkiye bir değerini daha kaybediyor. Böyle insanlar kolay yetişmiyorlar. Bir insanı bu kadar genç yaşta, mutluluğu ve huzuru dünyanın öbür ucunda arayacak kadar yıldıranlara lanet olsun. Nihat Genç'in geçen gün dediği gibi 550 tane kümes hayvanı düzenli olarak toplanıp kabarıyorlar sadece. Dünyanın en genç nüfuslarından birine sahip olan ülkemizde plansız programsız bir sözde ilerleme, kişi başına düşen dolarlarla ölçülen saçma hesaplar, yitirilmiş bağımsızlığımız, dini siyasete alet edenlere karşı çözüm olarak ulu önderimizi siyasete alet etmeyi düşünebilecek kadar kapasitesiz insanlarla ülkenin kurtulamayacağının farkında olmak, yabancı bir ülkenin başkanıyla bir buçuk saat görüşmenin milli bir başarı olarak yansıtılması, zenginlerin sol partilere, fakirlerin sağ partilere oy vermesi gibi bir acayipliğin yıllardır doğal karşılanması... Ülkemizin bir an önce en dibe batmasını temenni ediyorum. Çünkü ne kadar erken dibe batarsak, tekrar yükselmeye geçişimizin başlangıcı da o kadar erken olacak. Kırk küsür yıldır uygulanan, batı destekli, ressam köstekli, nitelikli gençleri yıldırıp toplumdan soğutma planının en son parçasıdır baronio benim için. Bu planın ters tepeceğinin bilincinde olamayacak kadar aptaldı bugün kendini resime veren bazı şahıslar. Şimdi yarattıkları o niteliksiz toplumun içinden çıkan niteliksiz kişiler tarafından yönetilmeyi bir türlü sindiremeyip aynı ortamda bulunmamaya gayret ediyorlar, çocuk gibi köşe kapmaca oynuyorlar. Siz sebep oldunuz buna.
Yazdıklarım kişisel öfkemdir.
Hoşçakal sevgili dostum, uzakta da olsan kalbinin burada atacağından eminim.
yine gece yine uyku, ben de sevmiyorum gece uyumayı,hatta normal rutin gece olsa düyorum yani gecelerle gündüzler yer değişse ya da uyku olmasa uyku uyumak ihtiyacı olmasa,sürekli bişeyler izlesem bişeyler çeksem.... son zamanlarda gece arkadaşım Hayao miyazaki'nin çizgi filmleriydi... bir ara bağımsız ruhlar vasıtasıyla edindiğim bir kaç filmi de izledim...şimdi canım da sıkkın izleyecek, ruh halime uyacak bişey de yok...
baronio gitmiş, tayland'a üzüldüm doğrusu... umarım kısa zamanda katılabilir aramıza,işlerini yoluna koyup.
Genç insanları kaçırıyorlar ,evet... genç dinamik ve üretecek nesil,kaçma peşinde bu ülkeden, buna ben de dahilim... çünkü tabiri caizse canımı dişime takıp, okudum, araştırdım, iş yapmak için gerekli donanımım ve enerjim mevcutken, bu ülkenin "kafa kol ilişkileri"nin hiç bitmediği bir sektörde hala kendime yer edinmeye çalışan biriyim...yıllarım geçiyor ve ben en üretken hevesli zamanımı hayal kırıklıkları ve yüzüme kapanan kapılarla harcadım...
Artık ne o heves kaldı içimde ne bu ülkede çalışma arzusu,herşey birer birer kaçıp gidiyor, umarım ben de giderim...
Gecenin bir yarısı uyandım uykudan. Birkaç söz edeyim dedim. Dün geceki o 4 saatlik uyku yavrusuyla gece 2'de başladığım güne bu akşam 10'da son vermiştim. Sabah 9 buçukta çıktım evden daedalus'u alıp havaalanına gitmek için. Saat 12 buçukta havaalanındaydık. Hesaplarıma göre saatte 10-15 km'yle ilerliyor İstanbul trafiği Geçenlerde trafikte kalbi besleyen damarı patlamış bir vatandaşımızın. Hak veriyorum kendisine, delirmemek elde değil. Zaten çok gerek olmadıkça artık arabayla kesinlikle dışarı çıkmıyorum. Neyse havaalanında biricik baronio'muzla buluşup, onu yeni hayatına yolcu ettik. Tam 14 saatlik bir yolculuk, ben bu yazıları yazarken yavaş yavaş Bangkok'a inişe geçiyordur uçak. Çok duygulu anlar yaşadık, gözlerimiz yaşlandı ama koyvermedik kendimizi. Kaldık daedalus'la başbaşa. Taksim'e gittik Yumurta'yı izlemeye. Çoğunlukla uyuyarak geçirdi filmi deadalus
Önümüzdeki dört adet dinofil (dinozor+sinefil) filmin başından sonuna kadar "bu ne, bu köpek mi, ne dedi, orası neresi..." tarzında lüzumsuz sorularla birbirleriyle liseli gençler gibi geyik yaptılar. Bir kişi filmin sonunu beklemeden salonu terketti. Film bittikten sonra yönetmen hakkında küfürlü yorumlarda bulunan bir şahsiyet vardı. Paralarının ziyan olduğunu düşünen büyükçe bir kitle bu konu hakkında birbirlerine espiriler yaptılar. Bense daedalus'u dürttüm ve uyandırdım: "film bitti". Filmi eleştirmeyeceğim ama beklediğimi bulamadığımı söyleyebilirim.
Neyse çıktık filmden, AKM otoparkına yöneldik. Bu arada söylemeyi unuttum, filme girmeden önce sınırsız pizza olayı yapmıştık Yine saatler yolda geçti. Evine bıraktım daedalus'u, köprüye yöneldim. Yine saatler... Yol boyunca uyudum. Belki de 30 kere dalıp dalıp uyandım. Tarif edilmez bir yorgunluk ve uykusuzluk vardı üzerimde. Adım gibi biliyordum uyuyakalacağımı ve öyle oldu
TEM'in Kozyatağı girişinde, ışıklara 100 metre kala, derin bir uykuya dalmışım. Bir darbe sesiyle uyandım. Motor kapağında ufak bir göçük olmuş neyse ki sadece. İlk defa kaza yaptım hayatımda. Yarım saat trafiği bekledik zabıt tutturmak için. Neyse ki çarptığım adam tam bir İstanbul beyefendisi çıktı. Adama resmen göstere göstere geçirdim arkadan
Bir buçuk saat benimle uğraştı kendi arabasında hiçbir hasar olmamasına rağmen. İngilizce kursuna gidiyormuş, onu da kaçırdı benim yüzümden. Eve geldim. Daha evdekileri doğru dürüst göremeden saat 10 gibi yatağın üzerine kendimi "koydum" ve saat sabahın 4'ünde kendimi "kaldırdım".
İşte böyle bir gündü...
Pazartesi ---> Salı gecelerine bayılıyorum.
Uzun bir pazartesi'yi salı'ya bağlayan gece macerasının daha sonu. Bu Amerikan milleti, takip ettiğim dizilerin hemen hemen tamamını pazartesiye koyunca gece bir download maratonuna dönüşüyor. Dizilerin yayınlanmasını beklemek, sonra torrent sitelerinde nöbet tutmak gibi işler alışılmış pazartesi gecesi rutini oldu benim için. Şikayetçi miyim ? Hiç değil Maratonun kalan süreci (sabredemeyip ingilizceden izlediğim How I Met Your Mother hariç) altyazıların çıkmasını beklemek ki bu da bazen haftanın gerikalanına yayılıyor zaten. Bununla birlikte her salı sabahı maratonu bitirip uyuyup uyandıktan sonra 213 çoktan Heroes'u çevirmiş oluyor. Nasıl bir hız nasıl bir yetenekse artık.
Not 1: hasta'nın yazdıklarına katılmamak üzerine bir şeyler söylememek mümkün değil ülkemizdeki bazı durumlarla ilgili. Çoğu zaman yaptığım gibi bir iç geçirip susuyorum ama şu anda da. baronio'ya da seçtiği ya da seçmek durumunda bırakıldığı yeni hayatında mutluluk ve başarı diliyorum umarım gönlünden geçtiği gibi gelişir bundan sonra herşey.
Not 2: Uykusuzluk ve trafik ateş ve barut gibi @hasta; ucuz atlatılmış neyse ki çok geçmiş olsun.
Herkes uyuyor galiba bu gece
Keşke uyuyor olsam. Sıkıcı gecelerden biri daha sadece
Bir zamanlar arabaya dokunmalı bir yarışma vardı. En uzun süre arabadan elini çekmeden uyanık kalan kişi arabayı alıyordu. 100 saatin üzerinde dayanan bir herif vardı. Arabanın içinde Barış Manço'yu gördüğünü söylemişti Sonrasında ne olduğunu tam hatırlamıyorum ama acile almışlardı galiba doktorlar
Doğru dürüst yarışma yok hiç televizyonlarda. Reyting almıyorlar galiba. Aileler Yarışıyor'u özledim 100 kişiye sorarlardı. Erol Evgin'in saçı peruk mu acaba diye merakla incelerdik saçlarını
Bir de zonklu bir yarışma vardı eskilerden. Hatırlayamadım şimdi ismini. Güner Ümit'in Turnike'si vardı. Riziko vardı. Çarkıfelek keşke hiç olmasaydı
"Biraz yardımcı olun Meeeeemet Aaaaali Beeeey, çooook ihtiyacımız var" yakarışları kulağımdan hiç gitmiyor. Tarık Tarcan sunarken efendi bir yarışmaydı.
Ben Riziko'mu özledim. Serhat Hacıpaşalıoğlu (böyleydi sanırım adı) ile birlikte geri dönsün, birileri yarışsın, yarışanlar sinema kategorisini seçince koltukta doğrulup soruyu dinlemeye başlayayım. Dokun Bana ve yarışmacıların başına gelenler bambaşkaydı hakikaten diğer taraftan. Ne garip şeyler oldu bu ülkede yahu
Küçükken Serhat Hacıpaşalıoğlu'nun yapımcılığını üstlendiği "Hedef 4" adlı yarışmaya katılmıştım. Sunuculuğunu da "Artema" reklamlarından tanıdığımız -ismini hatırlayamıyorum- adam yapıyordu. İlk turu geçememiştik. Yanımdaki takım arkadaşlarıma içten içe kızdığımı hatırlıyorum. Ama sorular bayağı esaslıydı. Nedense şansımıza öyle denk geldi. Bir soru var ki hâlâ aklımda, o zamandan beri peşimi bırakmadı Soru şöyleydi: "Bisikletin dönmeye yarayan kısmının adı nedir?" Buna "direksiyon" şeklinde bir cevap verdiğimi hatırlıyorum
9 yaşındaki bir çocuğun bilemeyeceği tarzda sorular vardı. Yine de elimiz boş dönmemiştik. Teselli hediyesi olarak "Hedef 4"ün çocuklar için evde oynanacak versiyonunu vermişlerdi. Sanki bir daha o adı hatırlamak istermişim gibi
Madem televizyondan söz açılmış, ben de şu sıralar ekranda fütursuzca dönüp duran bir reklamdan bahsetmek istiyorum. Bir cips reklamı bu.. Denizleri aşarak güzel sevgilisini görmek için Türkiye kıyısında bir kasabaya gelen Yunan genç, sevgilisi tarafından oldukça sıcak bir şekilde karşılanıyor. Sarılıyorlar ve bir ağacın altına oturuyorlar. Kızın elinde ürünümüz olan cips bulunmakta. Kızın dedesi ise bu sırada kapının önünde uyuklamakta. Neyse, Yunan genç sevgisinin sevgisinden şüphe duymayan insani bir refleksle kızın elindeki cips paketine elini uzatıyor. Ama o ne! Kız çığlığı basıp dedesini çağırıyor birden.. Güzel olduğu kadar bencil bir yarım akıl olduğunu o an anladığımız kızın dedesi de nasıl oluyorsa çığlığı duyup zavallı genci bastonuyla kovalıyor. Bir nevi Yunan'ı tekrar denize döküyor ihtiyar. Bakıyoruz verilen mesaja: "Paylaşamayacağınız lezzet!" gibi birşey. İyi de yaz boyu sözleşmiş gibi paylaşmanın güzelliğinden dem vuran dondurma reklamları bu işe ne diyor acaba? İyi de koskoca reklam sektörü bu işe ne diyor acaba? İyi de bu reklamı izlemiş olan bir Yunan vatandaşı bu işe ne diyor acaba? Barış, sevgi, kardeşlik hisleri aptal bir cips reklamıyla elbette sekteye uğramaz. Ama insan hiç mi böyle bir durumda empati kurmaz. Aynı senaryoyu bir Yunan firması kendine uyarlasa (ki bilemiyoruz, belki de benzerlerini yapmışlardır) bizim tepkimiz ne olurdu acep? Bizden önce yurdumun sevgili anchormanleri yumruklarını bir güzel masaya vururlardı herhalde. Bir ürüne, onu en sevdiğinizle paylaşamayacak kadar çok bağlandığınız fikri o kadar sakat ki, bundan bir reklam çıkarırsanız, bazı insanların da sizin zeka seviyenizle ilgili çıkarımlarda bulunması kaçınılmaz bir hal alır..
Geceleri uyumama (uyuyamama değil) alışkanlığım baş gösterdiğinden beri yine eski takıntım olan NBA takibine başladım. Genelde haftalık programı önceden inceler, maçları seçer ve ziyadesiyle koyu kahveleri mideye yuvarlardım. Bu gece ise daha önceden kontrol etmemiş olmama rağmen tamamen tesadüfen harika 2 maç olduğunu görüyorum.
- Miami @ Boston (NBA TV) 02.30
- Houston @ San Antonio (NTV) 03.00
Basketbolu veya NBA'i sevmiyor olabilirsiniz ama garanti ediyorum bu iki maçtan birine takılırsanız uykuyu unutabilirsiniz bu gece. Kablolusu olanlar bu gece kumandalarının sadece iki tuşu arasında gidip gelecekler gibi. Olmayanlar ve izlemek isteyenlerse maçları internetten izleyebilirler her zaman için. Neyse ki artık bağlantımız bu tip güzelliklere izin veriyor.
Reklamlardaki vurdumduymazlık gerçekten başını aldı gidiyor. Özellikle bu Türk-Yunan çekişmesinden nemalanmaya çalışan reklamlar benim de canımı sıkıyor. İnsanların duygularının sömürülmesine katlanamıyorum. Özellikle de dünyanın hiçbir yerinde bu kadar yoğun olmayan, özünde köklü tarihimizin yattığı milliyetçilik duygularımızdan böyle ulu orta faydalanmıyorlar mı, delirmemek elde değil. Bayrağımızı, milli marşımızı, ulu önderimizi, alaturca colaturca tarzı markalarla ismimizi, milli değerlerimizi, tarihimizi böyle çocuk oyuncağı eden reklamlara ve bu reklamların sahibi özel şirketlere devlet büyüklerimiz bir dur diyemiyorlar sanırım.
Sevindirici bir haber var reklam olaylarıyla ilgili. Yanılmıyorsam yılbaşından itibaren A.B. uyum süreci zımbırtısı sayesinde reklamlar kısalacakmış. Bugün olduğu gibi 15-20 dakikada bir 7 dakika süren reklamlar olmayacak artık. İpini koparan da ulusal kanallara reklam veremez böylece.
Geceleri uyuyamamanın en kötü etkisi, geri dönülemez oluşu. Geri dönülemez olması hem bir kısır döngü olmasıyla ilgili hem de vücudun daha erken (geri) saatlerde uyumaya alışamaması ile ilgili. Yani, eğer bu geceleri uyuyamama kısır döngüsünü kırmak istiyorsanız, her seferinde daha geç saatlerde yatmayı denemek zorundasınız. Zira daha erken yatarım, erken kalkarım çabası uzun vadede çözüm sağlamıyor, aksine en az bir iki gün zombi gibi dolaşmanıza sebep oluyor. İleriye doğru geç yatma taktiği ise günlük işlerinize engel olduğu için de her zaman uygulanamıyor. Neticede bu kısır döngü sizi döngüzel zamanlar içerisinde devamlı esir alıyor. Çözümünü bilen varsa beri gelsin.
Birçok kere denedim o taktiği Fakat hiçbir işe yaramıyor
Başkalarının da denediğini ve aynı şekilde bir sonuca ulaşamadıklarını duymuştum. Zaten uzun zaman önce vazgeçtim bu tür çabalardan ve kabullendim bu yaşam tarzını. Çevreden gelen baskı olmasa zaten hiçbir şekilde vazgeçmeyi bile aklıma getirmezdim bu yaşam tarzından. Biz böyleyiz, dünya bize uysun
hastaya katılıyorum. ben de denedim ve gerçekten çevreden başka dalga geçip, baskı kuran yok. neden zorunlu hissedeyim, bir senedir ben böyleyim deyip, işin içinden çıkıyorum. bak saat yine 2 ve bir daha bilgisayarın köşesindeki minik saate baktığımda 4 ya da 5 olacak, "aa yine sabhalmışım" deyip, sanki suçmuş gibi içten içe, duyduğum suçluluğun yerini yatakta dönüp durma eksersizi alacak...
Bu gece sabahlamaya değecek bir nedeni yok sanırım kimsenin. Haftasonu yorgunluğu olsa gerek.
Ne zaman sabahlamak için bir nedenim olsa uykum gelir, yatar uyurum. Nedensizlikler geceleri daha huzurlu ve yaşanır kılıyor.
Akşamüstü 3-4 saat, gece 1-2 saat, öğlen 1-2 saat... İyice Da Vinci Uykusu gibi oldu uyku düzenim Zıbaramadık gitti bir türlü
Yatin zibarin artik, cok gurultu yapiyorsunuz uyuyamiyorum.
Burada 5 saatlik bir fark var Turkiye ile. Su an aksam saat 18:30 mesela. O yuzden gunduz geliyorum in cin top oynuyor. Vakitli yatin vakitli kalkin. Sizin yuzunuzden gorusemiyoruz.
Oturdugumuz evin sokaginda tum evlerin bahcesinde 3'er 5'er kopek var. Hayvanlar gunduz uyuyor geceleri gelene gecene havliyorlar. Sabaha kadar uyku yok bize. Evin onunden yol geciyor. Tum motorsikletlerin arabalarin motoru bir kulagimizdan giriyor, digerinden cikiyor. Neyse ki her zamanki taktigim ise yariyor. Yataga adimi soyleyemeyecek kadar sarhos giriyorum. O zaman deliksiz uyku cekiyorum.
Sen giderken''gittim''deme.
Bak başına neler gelecek.
Gitmeden ''Güzelcehisar kafe''ye gelsen seni de vazgeçirirdim
Bugün zıbaramayan yok mu?madem gecemiz orda gündüz,sen de zıbaramayanlarla takılsana baronio.Bu arada tekrar hoşgeldin,sitene
Daimi zıbaramayanlardan biri olarak parmak kaldırıyorum derhal. Türkçe dublajla berbat da olsa Fox'da casino var bir gözüm onda
Adam daha yeni evini düzmekle meşgul Klimalar fena çarpmış, hasta olmuş. Yeni geçiyormuş daha hastalık. Düzenini kurduktan sonra eskisinden de daha çok bizimle olacağına adım gibi eminim
speedspasm söylediğin iyi oldu ben de zap yapıp yapıp, magazinsel maymunlardan kusmak üzereydim. hemen ben de açayım, robert deniro'yu nasıl da iğrenç seslendirdiklerini dinleyeyim bari
Benim de uykum kaçtı, sabah da erkenden dersim var, yarın zombi gibi dolaşmak farz oldu. Evde herkes uykuda, ne yapsam acaba... En iyisi X-Files'ın izlemediğim bölümlerine bir göz atayım.
Whats Eating Gilbert Grape'i izliyorum ben de 3.Kez hem de. Ama çok iyi film yani. değer izlemeye. "X-files go Californication in" Californicationı izleyin bence...
Bariton Abi, SG:A 4x08 iyi gider
Şaka maka, askerlik bitmeden kalan iznimi kullanayım dedim, her gece en geç 12 diyen ben daha ilk günden saati üç buçuk etmişim, offf
Başka uyumayan varsa business channel da VERTIGO var.
Seninki gene iyiymis be dostum. Burada Discovery'yi aciyorsun, bagira cagira Thaice konusuyor Hot Rod'cular. Gece gozune uyku girmiyor adamin korkudan. Kablolu bagtlatip baglatacagimiza pisman olduk.
Saatlerini bilmiyorum ama Discovery'de Brainiac'ı tavsiye ederim. Akla ziyan deneyler yapıyorlar. Misal; göbek deliğinizde biriken tüy yumağının renginin nereden geldiği, un-su-boya ile nasıl macun yapılabileceği, içki içilen bir gecenin sabahında insanı en çabuk kendine getirenin hangi yöntem olduğu gibi çok faydalı bilgiler öğreniyorum. Ya
Çekmeceleri karıştırırken ÖSS kalemlerimi buldum Anılarım canlandı. Rotring'in 1.0 kalınlığındaki uçlu kalemlerini kullanmıştım. Sebepse vakit kazandırmasıydı. ÖSS'ye birkaç hafta kala artık taktikler geliştirmeye başladığım günlerde keşfettiğim bir şeydi. 0.5 uçlu kalemle 180 kere cevap işaretleyin, bir de 1.0 uçlu kalemle işaretleyin 180 kere. Aradaki zaman farkının dakikalar olduğunu görünce şaşıracaksınız. Bir de her soruyu, o soruyu çözdükten sonra değil de, mesela sayısalı tek seferde, sözeli tek seferde cevap kağıdına işaretlerseniz bu da inanılmaz bir süre kazandırır size. 180 dakikalık ve 180 soruluk bir sınavda (bizim zamanımızda böyleydi) bilginin yanında bu tür taktiklerden de soğukkanlı bir biçimde yararlanarak başarınızı artırabilirsiniz. Kaç dakika kazandırdığını tam olarak hatırlamıyorum ama hafızam beni yanıltmıyorsa bu iki yöntemin birleşimi 5 dakika gibi bir süre kazandırıyordu. ÖSS'ye girecek genç arkadaşlara tavsiyemdir
Bir de geçen sene bir adam vardı. ÖSS sistemini protesto etmek için bütün sınavı yanlış cevaplamayı denemişti. Fakat bir soruyu doğru cevaplamıştı. Bugüne kadar bunu başarabilen olmamış. Bütün soruları yanlış cevaplamak, bütün soruları doğru cevaplamak kadar olmasa da ona çok yakın zorlukta bir başarı(sızlık) 180 soruyu hiç okumadan cevap kağıdı üzerinden sallasanız bile 30-40 tane doğru cevabınız çıkar. Bu yüzden o soruya kasıtlı bir biçimde yanlış cevap verdiğinizden emin olmak için o sorunun doğru cevabından da emin olmanız gerekir
Ben de modern matematiğe tepki olsun diye hepsini "d" yapmıştım, ikinci girişimde
12 net mi ne çıkmıştı
Aaah, aah, nerede o havuz problemleri?
2002 yılında sınava girenler şu soruyu çok iyi hatırlayacaklardır:
Cevap c)Pi değil mi?
Uyumuştum. Tuhaf bir rüya gördüm uyandım. ÖSS sınavına giriyormuş tekrar. Kaleminden cevap kağıdına kadar bir sürü de sorun çıkıyordu. Rüyalarda hep öyle olmaz mı zaten? Siteye girip de yukardaki soruyu görünce birden dejavu oldum
Zıbaramadım yine Uyumadan çıkacağım evden
Dün akşam 7'de uyandım. Büyük ihtimalle bu gecenin geç saatlerine kadar ayakta olacağım. Dün de pek uyumamıştım aslında. Dün, bugün, yarın... Aynı gün içinde üç günü yaşamak...
Düzenleme: Bu yazıyı yazarken yaptığım kahvaltı tabağında bulunan zeytinlerden birini çekirdeğiyle yuttum galiba 5 zeytin vardı. 4 çekirdek duruyor ama
Şimdi kalktım, selâmlar...
Bir dahaki amacım 18:30'da kalkmak.
uyumuyorum,uyuyamam,çünkü Clint Eastwood'un amacı ben de gerçek oldu, günlerdir,akşam kalkıp sabah yatıyorum, eee böle olunca da hem hızlı net, hem sessiz ve yalnız dizi ve film izlemenin keyfini çıkarıyorum.
hadi bakalım şimdi 1408i izlicem,sitedeki bütün olumsuz yorumlara rağmen.
Şu an Bahçelievler'de ara ara şimşekler çakıyor, hava daha aydınlanmadı, elimi dışarı çıkardım pencereden yağmur da çiseliyor. Koydum mp3 listesine Vangelis - To the Unknown Man parçasını, dışarı baktım neredeyse yarım saat. Sinematografi açısından güçlü sahneler ortaya çıktı. İçimi de bir gariplik kapladı, hâlâ uyku yok...
Gece bu saate kadar dikildiysem en zoru da bundan sonraki verilecek karar oluyor. Yatacak mıyım yoksa bağlayacak mıyım sabaha. Şimdi yatarsam 12den önce kalkamam, yok yatmazsam 10-11 gibi leyla olurum, yine asgari iki kahve içmem gerekir. Of, işte dilemma dilemma
dae, senin şu anda yatma gibi bir lüksün yok. 2 saat daha ayakta kalıp, altyazı bekleyenleri kurtarmalısın. Kapımda binler yüzbinler bağırıp çağırıyor vallahi.
Ben bu başlığı daha önce niye görmedim ya? Saat 5 olmadan yatmayan biri olarak tam bana göreymiş.
14'te yatıp 23'de uyandım. Çok garip bir uyku düzenim var şu anda .
9'da dahiliye sözlüm var. Kahrolsun sözlüler! .
Bu imdb ratingleri son zamanlarda benim de çok fazla aklıma taklıyor 7.5 üzeri rating alan son zaman filmlerinden nerdeyse hepsini acı birer zaman kaybı olarak gördüm ben de. Sanki film firmalarının promosyonlarının bir parçası olarak kullanılıyor belli bir ücret vs karşılığında imdb nin bu bölümü diye bile düşünmeye başladım.
Edit süresini kaçırdım ucu ucuna arka arkaya oluyor kusura bakmayın; zıbaramayanlardan canı sıkılan varsa Trt1'de yeşilçamın bir zamanlar uyarlama ekolü çerçevesinde el attığı "çakma" The Shining var. Filmin adı "Biri Beni gözetliyor"muş, Jack Nicholson abimizin yerini bu uyarlamada Tarık Tarcan alıyor. Korkmak gerilmek değil de gülmek isteyenler göz atabilir.
Sağ ol, speedspasm, tam da "honey, i'm home" sahnesini merak ediyorum şimdiden...
Bu hatun şimdi baya şişman olan şu hatun değil mi, adını unuttum...
yine düzeltiyorum: kadın dünyanın en kötü oyuncusu olabilir...
Clint, hatun Selin Dilmen sanırım, hani şu Ekmek Teknesi dizisinde de oynamıştı ve evet şişmanımsı bir arkadaştı sanırım.
ben de genç bakışa takıldım bugün, oysa sunucu parçası(herkesin lafını kesmesinden dolayı böyle diyorum.) abbas güçlüye sinir olduğum için çoğu zaman 5 dakka izleyip kapatırdım. Ama bugün ne cvpsız bırakmak istediği ve yarıda böldüğü öğrencilere müdahale edebildi,ne de Zülfü'ye. harbiden Zülfü abimiz dersini de verdi,bozdu attı adamı.Neyse Zülfü Livaneli bir elçiymiş havasıyla ne kadar da güzel konuşsa ve kendini ne kadar seviyor olsam da bir türlü "samimi mi aceba,şunu şunu da yapmıştı" hissiyatından kurtulamadım. Daha söyleyecek çok sözüm var bu konuda ama burası yeri değil.
...ve saat 5 oldu, kimsecikler yok burda yine kaldım tek başıma galiba...
uyumayan varsa starda "Takva" var,gerçi yazmada azıcık geç kaldım, ama ,izleyen olur belki diye....
Matrixte bir kayma mı var yoksa ben yazdığım son mesajdan sonraki mesajları görmüyor muyum. Maile geldi lakin bu cevaplar, bir cevap daha yazdım sonra bir tane daha yazılmış onu cevaplamaya geldim ki konu bir kaç saat önceki halinde. Database ile ilgilenen arkadaşlar bir geri yükleme mi yaptı ya da ben alkolü bu gece fazla mı kaçırdım (hangi gece az kaçıyor ki)
Mimar müdahale etti arkadaşlar Konuştuklarınızın içeriği itibarıyla sebep verirsiniz herhalde
Bak ben diyorum işte bu Takva olayında var bir musibet bu film ne zaman söz konusu olsa aksilikler oluyor Neyse demek ki alkolden kaynaklanan bir illüzyon değilmiş ben devam edebilirim birama gönül rahatlığıyla.
Not: Şaka bir yana yanlış bir şey yaptık ettikse kusura bakılmaya lütfen.
Yok ne kusuru. Her daim konuşulabilir böyle konular ama ÖM ile olması tercihimizdir. Ben de açtım Efes Dark'ımı. Şerefinize bu arada
Alkol alıyorsunuz bana haber vermiyorsunuz. Çok ayıp oluyor .
Not: Biraz önce uyandım. Böyle gidersem yakında uyku düzenim ders konusu olacak .
ben elden uykuyu bırakmış ve sonsuzluğa yollamış biriyim artık gündoğumunu görüp,abartıp,saat sbh sekizde yatıp, akşam 4-de 5'de kalkmaya başladım. ne olacak bunun sonu: işe tekrar başlayınca çuvallayacam...her sbh babamın sen daha yatrmadın mı sözlerini de artık duymamazlıktan geliyorum
Bir arkadaş ve alkol etkinliğinden sonra bile, deli gibi tepinip, zıbaramayan kişisi olarak, nerede olduğunuzu merak ediyorum 7G alemi. Neredesiniz, ne yer ne içersiniz? Buluşup kaynaşır mısınız, ne yaparsınız
Geç oldu ama hepinizin şerefine diyorum elimdeki gazozla ;)
Buralardayım ben her daim, yerli filmleri hep geç kalarak izleyen biri olarak Pardon'u izliyordum. Pardon
Bence fena film değil "Pardon",traji komedi,hatta söylemi olan bir film! yani en azından bişeyler söylüyor, "polis"de o da yoktu
Türk sinemsasında komedi adı altında son zamanlarda yapılan onlarca saçmalığın çok üzerinde gayet eli yüzgün bir film bence de fakat benim Ferhan Şensoy'u (ürettiklerini ağırlıklı olarak çok beğeniyor olmakla birlikte) sinema ekranına yakıştıramamak gibi kötü şartlanmış bir tarafım var sanırım. Şensoy'un oynadığı-oynayacağı herhangi bir film iyi hatta çok çok iyi bile olsa Ferhan Şensoy oynarken film olmaktan çıkıp bir tiyatro oyunu havasına bürünüveriyor benim için galiba ve bu da o film'e vereceğim konsantrasyonu zorluyor sanırım. Yalnız belirtmeden geçemeyeceğim yan rollerden biri Ali Çatalbaş (ki zaten ortaoyunculardan yetişme sanıyorum) döktürmüş gerçekten.
Ya bu arada daha yeni farkettim ben Almost famous'u izlemedim galiba, hiçbişey hatırlamıyorum afişi dışında. Belki de afişi yer etti,izledim sanıyorum kendi kendime , kimbilir ya da uykum mu geldi aceba
Ama az önce sızmışım bilgisayarın başında, uyanıp tekrar "download" (yanlış anlaşılabilir o yüzden yabancı kelime kullandım
)moduna geçtim.
Şu anda Kanal D'de "Eve Dönüş" var. İzlemeyenlere tavsiye ederim, mutlaka izlesinler.
Almost Famous harikadır, candır, baldır. Spoiler içermeyen bir sahneden diyalog vermek istiyorum izninizle;
Abla giderken küçük kardeşinin kulağına fısıldar:
- Yatağının altına bak. Onlar seni özgür kılacak!
Ah o Led Zep plakları, ah o günler..
Led Zeppelin hala dinlemekten çok keyif aldığım bir grup,hatta şu an onları dinliyorum
zıbaramadım yine ....bu lafı da hep çok sevmiştim, burda başlık olarak açılması ayrı bir hoşluk.
Zıbaramamak hususunda çığır açmaya doğru adım adım ilerliyorum. Son 3 gündür toplamda 4-5 saat (belki o kadar bile değil) kadar uyuyabildim. Bu zıbaramamaların sonu bir ebediyen zıbarmaya doğru gidiyor ama hadi bakalım.
Çok anlamlı zaten. Mutlu olduğumuz anlar dolu anlar; beyin hücrelerimizi öldürdüğümüz anlar. Meselâ içki içtiğimiz zaman. Düşünmekten koptuğumuz istediğimizi yaptığımız anlar güzel, ama bir kibirle ben artık cahil ve düşüncesiz olacağım diyemiyoruz maalesef. Hayat beni karşılamadıkça boşluk da bitmeyecek. Bunu biliyorum ama nedenini düşünmekten vazgeçebildiğim an o boşluk hissi gidecek...
O zaman düşünmek boşluğa çıkan bir yolken, düşünmemek mutluluğun anahtarı mı... kesinlikle... Varlığımız varlık eden şey acılar mı? Muhtemelen. Bilgi acıdır, düşünüyorsak o hâlde varız... Ama niye şeyin ayağına biz gidiyoruz ki? Acı da bizi bulsun, bilgi de, sevinç de, hüzün de... Belâmızı kendimiz aramayalım her zaman
Dünyanın en mutlu yaratıkları aşağıladığımız koyunlar yüzde yüz. Biri uçurumdan atlarken, diğerleri de peşinden giden bir yaradılış ne kadar mutludur, varın siz düşünün...
"Ne kadar ararsan bir şeyi, bulması o kadar zordur. Ne zaman aramayı bırakırsın, gelir o seni bulur. ", Citizen Dog...
"Ne kadar ararsan bir şeyi, bulması o kadar zordur. Ne zaman aramayı bırakırsın, gelir o seni bulur. "
Mutluluğu bulmak konusunda insanların çektiği sıkıntıları düşününce, aslında bunun boş bir çaba olduğunu görüyorum. Ya başucundakini göremiyorlar , ya ellerindeki onları tatmin etmiyor, ya da çok kötülük gördükleri için, iyileri seçemiyorlar.
Gecenin bu saattinde ağır bir yükün altına girdiğini düşündüğüm bir arkadaşımın çektiği acı da bunlardan biri ve beni bu saatte ayakta tutan da bu. Daha doğrusu uzun zamandır ilk defa kendiliğinden gelmiş uykumdan olma sebebim. "Neden insanlar bu kadar kötü "sorusunu ,sürekli düşünüp dururken,biri ilk defa bu kadar hazırlıksız yakalayıp, soruverdi yüzüme. Artık insanlardan herşeyi bekleyen biri olarak "böyle işte" cevabından başka bir cevap bulamadım. Şayet bulan varsa bu sorunun cevabını, birgün verir elbet.
Kötü niyet, kötü tavır ya da hepsi birden; kötülük. Belki insanın iyi sandığı şeyleri yaptığında bile bu sonuç çarpabilir yüzüne. Niyet iyi olsa da sonuç kötü olabilir bazen. Ama bahsettiğim, saf kötülük. Bir insan neden kötü olma ihtiyacı hisseder, başka birşeye, canlıya zarar verme, kırma ihtiyacı hisseder?! Bunun bir cevabı ya da açıklaması yok, biliyorum, ama insanların bencillikle yaptığı kötülükler yüzünden acı çeken o kadar insan varki, şu anda ve dünyanın herhangi bir yerinde olan.
Umarım bu insanların ya da canlıların acıları, bu yazı bitmeden geçiverip gider.
Uyuyamıyorum günlerdir. Eskiden sabah yatıp akşam kalkardım ne güzel. Şimdi hangi saatlerde uyuyacağım hiç belli olmuyor ve 2-3 saatten daha fazla tek parça uyku uyuyamıyorum.
Uzunca bir süredir sabah 8'de yatıyorum. Nedendir bilinmez uykum ancak o saatte geliyor. Bunu o bildiğimiz "her gün 2 saat ileri alma" taktiği ile de geçiştirmeye çalıştım, ama yemedi bünye. Ben de kendime bahane buldum hazır: Güneş ışığı gözlerime zarar veriyor, ondan yatıyorum bu saatte. Yersem, tabii Çözmeye çalıştıkça çözülmüyor, rüyayı kontrol etmeye çalışınca uyanmak gibi. Sağlık problemi de yok, şükür. Sonumuz nereye çıkacak bakalım.
Günlerdir sınavlardan çıkıp eve geliyor, sonra da zıbarıyorum. Deliksiz uykudan geçeli çok oldu zaten. Tıpkı rasko'nun dediği gibi 2'şer 3'er saatlik uykularla gündüz vakit geçiriyorum. Gece de genelde bu saatlerde başlayıp, sabahın körüne dek ders çalışıyorum. Bahanem hazır: Gündüz çok ses oluyor, çalışamıyorum. Ah, bir de sınavdan önce 1 saat kestirebilsem benden mutlusu olmaz o gün.
Hani sınavlar olmasa, 4-5 bira en ala uyku hapıdır benim için. Gerçi ona da pek gerek kalmadı, 36 saat sonra özgürüm. Bu durumda tek bir sonuç doğuyor: Gündüzü geceye sattık, bunun başka açıklaması yok bunun.
@borndead,
Rahatladın mı hocam ? 36 saat doldu gibi...
Nasıl geçti sınavların ? İyidir inşallah.
Epey gecikmeli olsa da pasınızı gole çevireyim bende...
Şu aralar epey mutluyum. İlk dönemin aksine üniversiteye iyice uyum sağladım. Bunda anlaştığım bir arkadaş çevresine girmemin büyük katkısı var. Üniversitenin tek kötü yanı ömrümüzün yollarda geçmesi. Buna karşın bilgisayar bağımlılığımı azaltması konusunda da çok büyük artısı var. Okul ve arkadaşlarla zaman geçirmekten bilgisayara çok az vakit kalıyor. Üni dedik, Radyo ve Tv Programcılığı okuyorum. İlk senem. İleri de televizyoncu, yönetmen, yazar mı olurum bilmiyorum ama benim küçük yaşlardan beri hayalini kurduğum şey bir teknoloji, oyun dergisi yazarı olmak. Geçtiğimiz yaz Chip dergisinde çalışan komşum sayesinde mini bir staj da yaptım. Okulu bitirdikten sonra sistem üzerine bir eğitim programına geçmeyi düşünüyorum, bakalım nereye kadar gideceğiz ? Bunun dışında o kadar bilimkurgu dizisi (Stargate SG-1, Farscape...) izledim ki, astronomi ve uzay bilimlerine bir aralık merak sarsam da bu bölümler için notlarımın düşük olması nedeniyle başından beri özlemle iç geçirdim. Üni ve gelecek hayallerimiz böyle. Şunlara hayal demeyelim, neyse...
Bu hafta kendimi biraz PC'ye verdim. 2.92 TB olan harddisk kapasitemi biraz daha yükseltirken, kasamdaki harddisk sayısını da azaltmaya verdim kendimi. Öncelikle dün ElectroWorld'dan external ''Seagate FreeAgent Pro 500 GB Usb & eSata'' diski alarak işe başladım. Bunla beraber PC'den iki diskimi emekli ederek, MSN'de satışa çıkarttım. Harddisklerin yanında bir de tatlı olarak diskleri tamamen dizi ve filmle dolduracağım deyince olay patladı. Sabah satışa koyduğum disklerden birisi 15 dk. oldu olmadı bir arkadaşa satıldı. Çok da iyi fiyata... (250 GB IDE disk 150 tamamen dolu olacak şekilde 150 liraya gitti.) Diğerine de talipler var ama daha yüksek veren çıkar mı diye bekletiyorum alıcıları...
Gelen moneyciklerle kasaya takılmak üzere bir Seagate 500 GB Sata2 disk alacağım. Süper süper. Nazar değmesin harddisklerime.
Okuldan kalan birkaç saat vaktimde PC ile haşır neşir olunca şu aralık One Tree Hill dizisi çevirilerini de aksattım. Bu hafta sonundan itibaren gaza basacağım. Gerçi gazlamakta biraz geç kaldık çünkü dizimiz iki hafta içinde sezon arasına giriyor. Senarist grevlerinden dolayı yeni bölüm çekilememişti. Bu bölümler sezon arasında halledilirken, biz de dizinin mevcut çevirilerine yetişerek arayı kapatacağız. Bu sitede kaç kişi One Tree Hill izliyor acaba diyerekten sözümü bitireyim.
Akşam Fenerbahçe'nin EuroLeague maçını izlemeye gittik. İyi ki de gitmişim. Hücumda çok iyi oynamadık ama 16 sayı fark attık (), hem de namağlup grup birincisine. Pota altından bir ya da iki sayımız vardı herhalde. Tamamen isabetli dış şutlarla gelen bir başarıydı. Bu galibiyetle çeyrek finale çıktık. Dörtlü finale kalmak istiyorsak mutlaka pota altında da etkili olmamız gerekiyor. Savunmamız ise muhteşem, her ne kadar grup birinciliğini garantilemenin verdiği rahatlıkla oynamış olsalar da o takımı 59 sayıda tutmak büyük başarı. Umarım dörtlü finale de katılırız. Hem futbolda, hem de basketbolda gelen bu başarılar bir Fenerbahçeli olarak beni çok sevindiriyor. Chelsea'yi eleyip yarı finale çıkacağımızdan eminim. Buraya yazıyorum
Az önce de NBA'de Orlanda-Washington maçı vardı. Onu da izleyiverdim eve gelir gelmez ayağımın tozuyla Hidayet tek başına oynadı, 39 sayı attı. Maalesef bir sayı farkla kaybettiler ama. Takım arkadaşları iki gün önce aldıkları anlamlı Cleveland galibiyetinin yorgunluğunu üzerlerinden atamamışlar. Özellikle Howard'ı hiç bu kadar kötü izlememiştim. Lewis de yok gibi bir şeydi, ruh gibi dolaştı oyunda olduğu süre boyunca. Çok da önemli bir maç değildi açıkçası. Orlando'nun playofflar öncesi yeri garanti, doğu konferansında üçüncü sıradalar. Mehmet Okur'un takımı Utah Jazz'ın bulunduğu batı konferansında inanılmaz bir çekişme var. Utah şu anda dördüncü sırada, fakat birinci sıradaki takımın sadece bir galibiyet gerisindeler. NBA finalinde Orlando ve Utah'ı izlemek istiyorum, çok şey mi istiyorum?
Bir Trabzonsporlu olarak Fenerbahçe konusunda anlaşabileceğimizi sanmıyorum. Turu geçmenizi isterim, ama rakip olarak Chelsea gibi bir ekip var karşınızda. Abramoviç gerekirse Şükrü Saraçoğlu Stadı'nı da alır, yine eler sizi.
Yarı finali Chelsea'nin alacağına dair tek taraflı iddiaya bile girebilirim, o derece.
P.S: Birazdan pislik çıkacak.
Fenerbahçe'nin turu geçme konusunda ben de inançlıyım, hatta benden eski fenerlilerle bile, çok tartıştım. Bence finale kadar yükselecek FENER, içime doğdu, son maçtan hemen sonra hissetmiştim. O maçı da alamayacağımızı düşündü herkes ama aldık, onu da söylemiştim, alacağız diye. .
Bu arada bundan önceki basketbol maçına biz de gittik, 1 milyonluk bileti 15 ytlye alıp girmek zorunda kalmıştık ve çok hazırlıksız, aç aç maç izlemiştik, bir de son saniye basketini saymayıp, faulu de vermemişlerdi, neye yanacağımı şaşırmıştım. O gün Sevilla macının ertesi günü olduğu için tüm İstanbul, Zeytinburnundaydı.
O yüzden dün gitmedik, bu kez de salon çok dolu değildi ve maçı aldık. Artık kendi üstüme alınmaya başladım bu durumu.
Salon doluydu tamamen. Maç başlamadan birkaç dakika önce geldiğimiz için salonun en üstten ikinci sırasında yer bulabildik Ayrıca bütün biletler bitmişti, saha içi bilet de bulamadık namussuz karaborsacılardan. Üst katların 2 liralık biletlerini 5 liraya aldık. Bir dahaki sefere mutlaka Biletix'ten alacağım önceden. Böyle olduğunu bilmiyordum ben ortamın. Sağanak yağmurun altında onlarca karaborsacı her bir yanımızdan çekiştirdiler bilet satmak için. Bu sorun ne zaman çözülecek çok merak ediyorum.
Ben cozeceym senin sorununu.
Trabzonsporluyum demişin, borndead ama bu söylem ancak bir galatasaraylının olabilir.
Neyse bir gün size de uğrar artık ....
Koyu Galatasaraylıyım. Yıllar evvel Uefa finalini Fenerbahçeli iyi bir arkadaşımla birlikte izlemiştik heyecandan hop oturup hop kalkarak; şimdi aynı arkadaşımla, aynı heyecanla Şampiyonlar ligi finali izlemeyi umuyoruz
Sevgili borndead, Trabzon'un şu anki durumu seni üzmemeli, sonuçta Trabzon hala 4 büyükler arasında yer alan yegane Anadolu takımı ve giden yönetimin paraları cukka yapması sonucu bu hale getirildi.
Sonuçta o takımda yetişip, diğer takımlarda oynayan bir yığın iyi oyuncu varsa bugün ve hala yorum programlarında tartışılan 4 takım arasında yer alabiliyorsa, bu klübün başarısı gözardı edilemez.
Birkaç yıl önce Fenerbahçe Gökdeniz'i almak istemiş ve Trabzonspor onu o kadar güzel bir paraya satmamıştı, ama şimdi yine iyi bir fiyata sattı; belki Gökdeniz gibi olabilecek birkaç oyuncu alacak, eminim bir dahaki sezon bu umutsuz durumlar değişecek Trabzon için. İnanmak lazım.
Şu anki Fenerbahçe inançsızlığı, asla Fenerbahçe'nin gerçek taraftarlarına ait olmamalı. Zaten Fenerbahçe Klubünü başarıya ulaştıran biraz da bu diye düşünüyorum. Ne kadar futbol, tertemiz, kirlenmemiş bir sektör olmasa da, inancın bişeyleri başarmanın ilk adımı olduğunu biliyorum. 12.Adam boşuna çıkmadı Yani inanıyorum ki Fanerbahçe Finale kadar yükselecek. Yükselmese de dert değil ama son zamanlarda yaptığım tahminler hep doğru çıktı, biraz param olsaydı oldukça yüklü paralar kazanabilirdim.
Ve inanıyorum ki gelecek sezon Trabzon çok büyük bir çıkış yapacak, bunu da sana teselli diye söylemiyorum. Şimdi sessiz ilerliyor yolunda, ama dönüşü fena olacak gibime geliyor.
Futbol serbest sanırım burada...
Fenerbahçem inşallah çeyrek finalde dikkat İngiliz devi demiyorum, dünya devi Chelsea ile karşılaşacak. (Adamların kadrosunda sadece birkaç İngiliz oyuncu var.) Chelsea'ya karşı, Sevilla karşısında oynadığımız futbolu tekrarlarsak ve saçma sapan defans hataları yapmazsak turu geçmememiz için hiçbir neden yok. Adamlar zaten şimdiden turu çantada keklik olarak görüyorlar. Tıpkı Sevilla gibi... Kağıt üzerinde Chelsea her hattıyla mükemmel bir takım olarak gözükse de Mourinho'nun ayrılışından bu yana takımda takım olma üzerine ciddi zaaflar var. Futbolcular daha bireysel oynuyorlar, şu anki teknik adam Avram Grant'ı hiç takmıyorlar. İki maç da çok zor geçecek. Fenerbahçem, Kadıköy'de gol yemeden birkaç gol atarsa bu iş biter... Tek handikapımız Gökhan Gönül'ün ilk maçta sarı kart cezasından dolayı olmayışı. Diğer yandan Maldonado'nun tamamen iyileşmesi büyük bir kazanç. Vestel Manisa maçında oynadığı kısa sürede orta sahada yaptığı işler çok iyiydi. Bu Maldonado mutlaka BJK maçında oynamalı ve Chelsea karşısında sahaya sürülmeli. Dünyanın en iyi orta saha elemanlarına sahip Chelsea karşısında Fenerbahçem Selçuk'un acemiliklerini kaldıramaz. Gazamız bereketli olsun.
Sevilla - Fenerbahçe maçının ardından birtakım röportajları izliyordum. Bir kadının yorumu çok hoşuma gitmişti.
''Edu'ya gol atmama büyüsü yaptım, penaltıyı da atamadı.''
Yani işimiz o kadına bağlı.
Bu Gökhan Zan milli takımda stoper oynayacak değil mi yani
Olmaz efenim, olmaz! Sonra döndürmeyin Shevchenko'yu olur! Servet de var zaten!
Shevchenko olmaz da, Klose olur, falan olur filan olur. Durum aynı olur.
Ali Bilgin günün insanı, sabahtan beri onun atamadığı o güzelim boş kaleyi düşünmekten, gözüme uyku girmiyor...
Kalktım ben de bitiremediğim çeviriyi bitirmeye.
O değil de futbol da olmasa 3F yi ya da 3S yi nasıl denkleştireceğiz...?
Film Fiesta Futbol
Sinema Siesta Spor
Şu zor günlerde ve şu uykusuz gecelerde insanı oylayan güzellikler bunlar, ama iş hayatla yüzleşmeye gelince içi acıyor tekrar aynı çaresizlikler yüzünden...
Daha fazla futbol muhabbeti yapılmasın bu başlıkta.
Tatlı bir heyecan tabi. Yavaştan almaya başladım cipslerimi, nevalemi. Çarşamba gecesi saat 01:30'da burada yayınlanacak Chelsea - Fener maçı. Phuket'teki tüm Türkleri haberdar ettim. Tükanı kapatıp izlicez toplu halde. Valla zora geldiğinde oynayan bir takım olduğunu gösterdi bu hafta fener. O yüzden Chelsea maçı için de ümitlerim var. Ne olursa olsun ne demiş Amerikalı; I love This Game. Futbolun güzelliklerini, şölen havasını, heyecanını yaşamak lazım. Ülke onuru, milliyetçi yaklaşımlar veya holiganizmden öte futbolun kendi doğasından gelen rekabet heyecanının tadını çıkartacağım. Yenersek formamı çeker asyada ayyıldızımızı gururla sergilerim o ayrı.
Yeme beni şimdi I Love This Game edalarıyla baronio Bir Fenerli ancak Fenerbahçe iyi oynadığında ve kazandığında futbolu sever, bunu yakında tüm dünya da öğrenecek.
Şaka bir yana inşallah FB iyi bir sonuç alır, ama son üç maçını izlediğim Chelsea buna fırsat tanımayacak gibi. Yalnız İsrailli teknik direktörün ısrarla Kalou'yu oynatması da çok ilginç. Bakalım ben Anelka'dan, oynarsa şayet güzel futbol ve goller bekliyorum. I Love This Game!
Anelka'nın çetin mücadelelere giremeyen yapısını biliyoruz. Anelka oynarsa Lugano'nun onu yıpratacağını düşünüyorum. Chelsea'nin kabzıman teknik direktör kolpası adamı Avram Grant'in Shaun Wright Phillips, Obi Mikel, Sheva, Alex ve hatta kimi zaman Essien'i kullanamadığını biliyoruz. Benim Chelsea'li oyuncuların o adama güvendiklerine dair şüphelerim var. Bu sebeple Chelsea'den ziyade Fenerin performansı önem arz ediyor. Özellikle son Totthenam maçında yadikleri 3 tane yan top golünden sonra ve Fenerin Sevilla karşısında yan toplardaki üstünlüğünü gördükten sonra ümidim artıyor. Yeter ki Alex oynamasın Chelsea'de.
Bu arada I love this game, just when Canaria win.
Zıbaramayanlara selamlar
Şu an TNT'de Ed Wood var...
Keşke hep 1 saat geri alsak Bu mini jet-lagler beni öldürecek yakında.
İnadına CNBC-e bu arada. Four Rooms başlıyor.
Ben Four Rooms'a kaçar
Çocukların izlediği TV'de "Badhead" oynuyor
Film de güzelmiş, iyi geceler hatta sabahlar...
Gaipten Sedalar
- Deli misin sen?
- Her köye bir deli lâzım.
- Deli olduğunu kabul ediyorsun yani?
- Yani öyle, genelde deliler kabul etmez deliliğini ama ben ettim.
- Belki de hepimiz deliyizdir.
- Ne güzel öyleyse, hoş geldiniz mekâna. Size bir çay demleyeyim, kaçak gelmişinden üstelik.
- Çayın ünlüymüş senin delikânlı, tavşan kanı isterim.
- Ayıpsın.
"Çay demlenir"
- Pek güzelmiş, rengi de tutturmuşsun.
- Teşekkürler, afiyet olsun.
- Bu arada hangi takımı tutuyorsun?
- Kendi takımlarımı.
- Bu espriyi başka bir yerden daha duymuştum sanki.
- Evet, rahmetli Can Yücel'e ait patenti.
- Anlatsana, tamamını hatırlamıyorum.
- Peki. Can Yücel ve eşi bir gün röportaj veriyormuş. Şair'e hangi takımı tutuyorsun diye sormuşlar, o da "kendi takımlarımı" diye cevap vermiş. Ne diyeceğini şaşıran gazeteci, durumu kurtarmak için Can Yücel'in eşine dönerek aynı soruyu sormuş. Şairin eşi de gülerek, "ben de kocamın takımını tutuyorum" demiş.
- Toprağı bol olsun, onun şerefine içelim bu çayı.
- Şerefe.
- Eh güzel insandı kendisi, bir şiiriyle kapatalım gecemizi. Şiirin adı "Beşik Dürtmesi" okuyorum bak:
Kuzu gibi olun diyorlar
Büyüyüp ortaya çıkınca
Koyun gibi gütmek için sizi
Tatlı rüyalar 7G
I love this game!
Bu gece bize uyku yok Üzerime formamı geçirdiğim gibi caddeye iniyorum kutlamaya. 4-5 gündür uğraştığım vize ve tur işlerimi gün içinde bitirip Chelsea stadındaki yerimi ayırtmıştım. Eze eze yendik, turu alıp döneceğiz. Salı gününü sabırsızlıkla bekliyorum
Helâl olsun be! Hepimize hayırlı olsun!!!
Gökhan'ın da kadroya girişiyle eleriz bu Chelsea'yi.
Kazanmanın yarısı inanç yahu, anlamıyorum bu insanları...?! Fenerbahçeli yorumcular bile " orda da 2 yesek bir atsak"hesabı yapıyor hala. Hiç inanç yok ve ben bu taraftarları böyle görmedim. Tamam Chelsea iyi takım, pahalı takım, milyon dolarlarla oynuyorlar ama top da yuvarlak yani. Herşeyi beklediğimiz Alex bişey yapmazken, Deivid kendi kalesine gol attı, ama Chelsea'nin de gölcüsünün zamanında birine attığı golün tam tamına aynısını onlara attı. Ben 3-1 demiştim, 2-1 oldu. Orda da 2-1 olur diyorum, kimsenin beklemediği şeyleri yapmakta her zaman 1.sırada Fenerbahçe AMA UMUTSUZ OLMAMAK LAZIM!
Gurur duyuyorum arkadaş. Bu takım tam Avrupalı oldu. Geriye düştüğü maçlarda bile oyun disiplininden kopmadan sabırla ilerleyip balyozu rakibe gömüyor. Dün akşam bir destan daha yazıldı. Dünya devi Chelsea'da Kadıköy'den çıkamadı. İlk yarıda korku dolu anlar yaşasak da 2. yarıda Fenerbahçemiz gerçek kimliğini göstererek Chelsea'ye dünyanın kaç bucak olduğunu Kadıköy'de gösterdi. Rövanşta üç sonuçtan ikisi bize yarıyor, Gökhan Gönül ve Roberto Carlos da kadroda olacak. Ben yarı finale çıkacağımıza inanıyorum.
Business'da Summer Rain varmış, daha önce de göstermişti sanırım, izlemeyenlere tekrarında kaçırmamasını tavsiye ediyorum. Antonio Banderas'ın yönetmenliğini yaptığı, pek adından söz edilmeyen ama iyi bir filmi.
http://imdb.com/title/tt0477273/ | |
Directed by: http://imdb.com/name/nm0000104/ Genre: Drama / Romance Plot Outline: A coming-of-age tale charting the first loves, lusts and obsessions of friends on vacation at the end of the 1970s. User Rating: 5.4 / 10 (362 votes) http://imdb.com/chart/top, http://imdb.com/name/nm1751474/, http://imdb.com/name/nm1050811/, http://imdb.com/name/nm1666855/ |
Tayland'da hemen hemen herkes Ingiltere Premier ligi tutkunu. Mac gunleri icerisi dolup tasiyor. Ozellikle de Man U. taraftarilar. Tabii aralarinda Chelsea'yi tutanlar da var. Bu hafta bayagi kafaya aldim milleti, dalgami gectim. Allah utandirmaz umarim da Carsamba gunu de bu keyfim devam eder.
Saat 4:16 burada. Ufaktan zibarsam iyi olacak sanirim. Yatmadan gidip bir noodle mi yesem ne yapsam, karar veremedim.
Iyi sabahlar Turkiye, her nerede yasaniyor veya yasatiliyorsa. (Hayatimda kimse bana iyi bir sabah yasatmadi, nasil bir soylem bu. Iyi sabah yasama fetisi olan insanlar var midir dunyada acaba? )
Bu gece zıbarmak çok zor. Sabah Londra yolcusuyum. Hakkınızı helal edin, İngiliz holiganlarının arasında kalıp dönememek de var
Günlerdir bu konuya ileti yazmamak için boşuna tutmuyormuşum kendimi. Değiştirdiğim bu ileti futbol ile ilgiliydi, evet.
Zıbarmayanlara nefis bir mükâfat var şu anda TRT2'de.
İnsanlar ikiye ayrılır: Şu anda Korkuyorum Anne'yi izleyenler ve seneye de aynı muhabbetleri yapacak, geçen sene de aynı muhabbetleri yapmış, sistemin bu muhabbeti onlara her sene yaptırdığının farkında olmayanlar.
İyi geceler herkese.
Bence insanlar ikiye ayrılır, onları sınıflayıp, ikiye ya da daha fazlasına ayıranlar ve ayırmayanlar.
Şaka bir yana da neden seviyeli ve güzel tartışılan spor bile rahatsız ediyor bilmiyorum ama, eğer bişeylerin dayatılmasını kabullenmeden, kendi fikilerinle ve birşeylerin farkında olarak, uğraşısını konuşabiliyorsa insan, o zaman ilerleyebilir. Kaldı ki eğer yanlış anlamadıysam söylediklerini sevgili daedalus, bu sadece spor için geçerli değil, sinema da böyledir. Kaldı ki bunu 2 sayfa kadar önce yazmıştım. "spor siesta sinema" diyerekten.
Herneyse, herkese iyi uykular....
Seviyeli ve güzel tartışıldığından şüphem yok, olmadığı zamanlarda yetkili arkadaşlarımız önlem almasını biliyorlar zaten. Benim derdim, tartıştığınız şeyin spor olmaması. Sadece futbolu, hatta spor ruhu "hani nerede" seviyesinde katledilmiş Türkiye Futbol Ligi'ni tartışıyorsunuz. Sizler bu "oyun"u sevebilirsiniz ve konuşabilirsiniz, ama benim bu "oyun"dan ölesiye nefret ettiğimi ve konuşabilme özgürlüğüne sahip olduğum gerçeğini de etkilememeli değil mi. Geçen sene de konuştunuz, şimdi de konuşuyorsunuz, seneye de konuşacaksınız. Elinize ne geçecek, demek istemiştim sadece. Bu cümlemi de soru olarak algılamayın, beni ilgilendirmez sizin elinize geçenler. Ama beni ilgilendiren tek kısım, bu başlığa geldiğimde "Pazar akşamı Lig muhabbetleri" klasiğinde cereyan eden bir konuşmayı okumak istemediğim ve bunu isteseydim de tek dert edeceğim, televizyonumun kumanda pilini değiştirip değiştirmediğim olurdu. Pislikle beslenen TR Futbolu ile ilgili son mesajımı da atmış olayım.
Bu arada, tabii ki şakaydı benim söylediğim. Filmden sonraki düşüncemi tekrar yazayım.
İnsanlar ikiye ayrılır: Nefes alanlar ve nefes verenler. Bir de Reha Erdem var işte, nefesin kendisi.
Bence insanlar ikiye ayrılır spora dengeli bakanlar ve dengesiz bakanlar ;)
Aslında bu konuşmalar önce basketboldan çıkmıştı, ancak madem belli bir kesim bu güzel tartışmalardan rahatsız olup, mesajları siliyor, o zaman biz de konuşmayız olur biter. Demek ki raskolnikov, birkaç mesaj önceki "Bu başlıkta futbol konuşulmasın" diyerek haklı bir çıkış yapmış. Kendi adıma çok da problem değil, sadece sinemadan yola çıkıp, hayata dair birçok şeyi paylaştığımız bir ortamda tatlı bir çekişmeyle ya da güzel atışmalarla bunu kaldırabilecek düzeyde olabileceğimizi düşünmüştüm. Belki de başlığın herkese açık olması sizler adına, bunu kaldıramayanlar için ve girip saçma bir çıkış yapabilecek potansiyeller için, haklı bir gerekçedir. Bu açıdan seni anlıyorum daedalus. Teşekkürler.
En cok istedigim sey bu sitede futbolun bile son derece seviyeli bir sekilde konusulabildigni kanitlamak. O yuzden futbol konusmakta zarar yok ama kantarin topuzunu kacirmadan ve kahve muhabbetine indirgemeden konusabiliriz. Size bunun cercevesini soyleyecek degilim. Sizler benden daha cok nerede duracaginizi biliyorsunuz. Ama takdir edersiniz ki bunca yillik deneyimimizle topuzu kacmis bir kantarin nasil sonuclar dogurabilecegini biliyoruz. Daha fazla kalp kirilacak ve tum tadimiz kacacak boyle bir durumda. Bu yuzden raskolnikov oyle bir cikis yapti. Bu yuzden daedalus ustu kapali uyardi. Tek cekincemiz birbirimizden sogumamamiz. O yuzden takim fanatikligi disinda usturuplu bir sekilde diledigimiz gibi futbol da konusabilmeliyiz. Sonucta futbol da hayattan bir kesit degil mi. Daha onceleri hic unutmam burnout ve benim basini cektigimiz bir guruh enfes bir dunya kupasi analizi yapmistik. Bu tip ici dolu yorumlara, analizlere her zaman acigiz arkadaslar. Ancak "hakeme gozluk" seviyesine indirgemeyecek kadar seviyoruz bu oyunu. O yuzden yazarken dusunup yazalim, kimseyi kirmayalim derim.
Kafam guzel biraz daha konusursam halklarin kardesligi mevzuatina girecegim. O yuzden ben tez elden klozetin yolunu tutayim en iyisi. Bu arada hasta: holiganlar gotursun seni, bir daha da getirmesin e mi? (e mi? terimini Thai'lar Na Ja diye kullaniyor bilgisini ekleyerek basimi goge erdireyim na ja? )
Takdir edersiniz ki aynen ben de bunu söylemeye çalıştım. Kaldı ki bu sayfada silinen bir mesajım vardı ki, sadece temiz spor için bişeyler yazılmıştı. Ancak görüyorum ki herkes birşeyleri ters anlamaya malesef çok müsait, bu yüzden dae'ye hak verdim ve kendi adıma değil burda sanırım pek çok yerde fazla birşey yazmamaya karar verdim.
Ancak gerçekten düzgün bir muabbet yaparken(yukarda ardarda yazılan futbol muabbetlerine bakarsanız), durduk yere ortamın gerilmesini aslında biraz da bu çıkışlar sağlıyor. Hatta forumda insanlar gezerken bu muabbetlerden ötürü, belki de katkı sağlamaya çekiniyor. Çoğu insanın neden girişimde bulunamadığının cevabı bu tür şeyler aslında. (Sadece futbol ya da tek bir muabbet için söylemiyorum bunu)
İlk iletimi buraya yazıyorum, sizin uykusuzluğunuz beni mutlu etti desem kızmazsınız bana herhalde? Yarın sabah 9'da vize sınavım var, eğer bu dersi geçemezsem okul 1 yıl uzuyor. Ben kendimden nefret etmiş halde notlara ilk kez ve 2 saattir kapağını açmadan bakıyorum. Notları açma noktasından Shawshank Redemption'daki mektup sahnesini 10. kez izlemeye, oradan da bu forumda bu sayfaya nasıl geldim inanın bilmiyorum ama kendime benzeyen bu kadar adamı görmek beni mutlu etti
O halde, hoşgeldin ve hemen etkinliğe katıldığın için teşekkürler muslumaldemir
Tam sızma kıvamındayken, hem zıbaramayanlara hem de tarihe bir not düşeyim istedim
Şu sıralar yaşadığım en büyük korkumdan bahsetmek istiyorum. Sebebini tam olarak çözemedim. Belki dar alan korkusu (Lümpence klostrofobi deniliyor ), belki aşağılanma korkusu, belki de bok korkusu...
Dipte yaşamaya alışmış bir şahıs olarak bu düşünce neden aklıma geliyor bilmiyorum ama bu aralar beni çok rahatsız etmeye başladı.
Asıl konu şu: gittiğim bir kafe veya barda tuvalete gittiğim zaman nedense üst kattaki insanların kanalizasyona bıraktıkları bok ve türevi atıkların üzerime döküleceğinden endişe ediyorum. Cidden Gözümü üst katın pimaş borusundan alamıyorum. Herhangi bir terslikte sağa sola zıplayıp kendimi kurtarırım düşüncesiyle zevksiz bir rahatlama durumu yaşıyorum. Sanırım balatayı sıyırmak üzereyim... Aynı duyguyu yaşayan biri varsa onu kardeşim ilan edicem
Ayni duyguyu yasamadim ama cozum icin sana bir onerim var sevgili gunduzdoganay. Bol bol su icip, misir ye, biraz da soguk tasa otur. Sonra baska hicbir seyle ilgilenemeyecek kadar mesgul olacaksin tuvalette. Degil kafana, gelip senin klozetine pisleseler umrunda olmaz.
Dostum senin söylediğin yöntem kalıcı bir çözüm değil benim için. Mısır yemediğim bir gün ne yapacam Büyük ihtimal aynaya bakar gibi pimaş borularına bakacam. Çözüm değil yandaş arıyorum ben sanırım
Yoksa böyle tuhaf şeyler düşünen bir tek ben miyim
Pazartesi sabahı başlayan umuda yolculuğumuz çarşamba akşamı yerine, tam 5 saat rötarlı kalkan uçağımızın sayesinde çarşamba gecesi sona erdi Güzel bir deneyim oldu benim için. İlk defa yurtdışına çıktım hayatımda. Artık ben de "Avrupa bitirmiş olayı, adamlar aşmışlar, adamlar şöyleler, çok muhteşemler, üç metreler, elleriyle kafa koparıyorlar... gittik, gördük, böyle böyle..." geyiklerini yapmaya hak kazandım
İşin şakası bir yana hiç de umduğumu bulamadım Londra'da. Avrupa'nın diğer büyük şehirlerini görüp de onlarla kıyaslama fırsatı bulurum inşallah ileride, daha genciz ne de olsa
Her şeylerinin ters olması geyiğini de yapmaktan kendimi alamayacağım, çünkü iki kere ezilme tehlikesi atlattım
Alışkanlıktan solumuza bakıp yola atlayınca, sağdan gelen arabaların altında kalıyorduk.
İngiltere'de halis mulis İngiliz göremedik pek. Londra istilaya uğramış da haberimiz yokmuş. Dünyanın dört bir yanından insanlar Londra'yı ele geçirmişler. Afrikalılar, Hintliler, Pakistanlılar, Araplar, Brezilyalılar... Şans eseri girdiğimiz şehir merkezine çok yakın olan kocaman ve çok işlek bir cadde sadece Lübnanlılara aitti.
Şu üstü açık meşhur iki katlı kırmızı otobüsleriyle yapılan şehir turu gerçekten de çok iyiymiş. Londra'yı o otobüsün üstünden izlemek çok daha iyi. Yürüyerek geçtiğimiz ve sıradan bulduğumuz caddeler, otobüsün üzerinden daha şirin gözüküyorlar
Neyse lafı fazla uzatmadan konuya gelelim Yerel saatle 19.45'te başlayacaktı maç. Saat 4'ü geçerken stada ulaştık. Stada girilmiyor doğal olarak o saatte İngiltere'de. Stad çevresinde dolaştık, yakınlardaki alışveriş merkezine girip çıktık, yürüdük, gezdik, dolaştık. Her yer Fenerbahçeliydi. İngiliz taraftarları maça son dakikada gelmeyi sevdikleri için maç saatine kadar stad çevresinde Fenerbahçeliler Kadıköy'deymişiz hissi yaratıyorlardı. Maç günü ve önceki gün de Londra sokaklarında her yerde Fenerbahçeliler vardı, tanımadığımız insanlarla Londra sokaklarında selamlaşmak çok keyifliydi. Kale arkalarından birinin bize ayrılan yarısında 3500-4000 kadar Fenerbahçeli ve bilet bulamayıp da Chelsea taraftarları arasında izlemek zorunda kalan 1000'e yakın Fenerbahçeliyle Stanford Bridge'de 5000 kişiydik neredeyse. İlk golün şokunu atlatamadık 5-10 dakika üzerimizden, daha yerlerimize bile ısınamamıştık. Daha sonra ise maçtan önce ve maçın başlarında olan o heyecan geri geldi ve destek daha da yoğun bir biçimde devam etti. Fakat gol bir türlü gelemedi. O kadar açık oynamamıza rağmen çok iyi savunma da yapıyorduk. Top üstünlüğü genelde hep bizdeydi, hatta maçın bazı bölümlerinde Chelsea'yi ezdiğimizi hiç çekinmeden söyleyebilirim. Fakat skorun rahatlığıyla oynamaya ve oynatmaya hiç niyeti olmayan ve artık bu işin kaşarı olmuş futbolculardan kurulu bir takım karşısında tecrübemiz o kutuyu açmak için yeterli olmadı. Halbuki yarı final vardı o kutuda
Son dakikalardaki birkaç ciddi gol pozisyonumuz kutuyu aralar gibi yaptı, bizi çok heyecanlandırdı. "Fener, gol, gol, gol" diye bağırırken 80'inci dakikadan sonra şuurumu kaybettim, maçı artık izleyemiyordum, sadece gol istiyordum. Olmadı. Olsun... Bu kadar yakın olmayı hissetmek ve bazı şeyler denk gitseydi başarabileceğimizden olmak ve o staddaki insanlara ve Chelsea'li futbolculara, ilk dakikalarda gelen o golden maçın sonuna kadar yaşattığımız korku bize yeter.
Maç bitince göz yaşlarıma hakim olamadım. Yenildiğimiz için değil, yenemediğimiz için. Her şeye rağmen muhteşemdi. Orada bulunmanın bile yeterli olduğunu söylemek belki biraz züğürt tesellisi olacak ama futbol olarak dişe diş mücadele etsek de maalesef züğürt kaldık Chelsea karşısında. Bizim de günümüz gelecek, geliyor yavaş yavaş. Bu sene değilse seneye, seneye değilse sonraki seneye. Milyonlarca taraftarlarının güçlerini ekonomilerine yansıtmayı başarabilen Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş'ın Şampiyonlar Ligi kupasını kaldırabileceklerine inanıyorum.
İki saattir yazıyorum, saat 4 olmuş, zıbarayım bari, yol yorgunuyum
Spor sadece futbol değil tabii ki. Bu gece yine zıbaramayacağız. Neden mi? NBA'de çok önemli bir maç var. "Bu maça yürek dayanmaz" denilen türden bir maç: Utah Jazz - Dallas Mavericks. Playofflara çok kısa bir zaman kala, batı konferansının tepesindeki yakın takibi çok yakından ilgilendiren bir maç olacak. Gururumuz Mehmet Okur'un da Utah Jazz'ın vazgeçilmez ilk beş oyuncularından biri olduğunu hatırlatalım. Her iki takımın da dörder maçı kaldı ve şu anda batı konferansında 4'üncü sırada bulunan Utah'ın üçüncülüğe, ikinciliğe ve hatta küçük bir ihtimal olsa da birinciliğe tırmanma şansı var. Batı konferansında 7'inci sırada bulunan Dallas'ın ise son dört maçında alacağı yenilgilerle ilk 8'e giremeyip playofflara katılamama tehlikesi var. NBA TV izleme şansı olanlar bu gece 3:30'da bu maçı kaçırmamalı.
Utah-Dallas maçı tahmin edildiği gibi çekişmeli geçti. Savunmada yapılan birkaç basit hata Utah'ın maçı kaybetmesine neden oldu. Buna rağmen batı konferansındaki en iddialı takımın Utah olduğunu düşünüyorum. Pazar sabahı saat 4:00 civarı NTV'de yayınlanacak olan Utah-Denver maçı da yine buna benzer bir heyecana sahne olacak.
Uzak olmayan bir zamanlar hayat benim için bu saatlerde başlardı. Yalnızlığım ve istediğimi yapabilme özgürlüğüm bu saatlerde gelirdi kapıma. Yarın Cumartesi ama yine de bu gece o geceler gibi olmayacak. Birazdan bitecek. Yapacak bir şey yok, sürükleniyoruz...
Bu arada ufak bir karalama:
Benim gibi zıbaramamış ve tv'de izleyecek bişey bulamamışlara bir öneri:
Olay tv'de sinema filmlerinde ve vs.'de hata kareleri yakalayan bir program var. Shining'den bile hata bulmuşlar, ilginç bir program.
Bence de ikiye ayrılır.
Sonlu olanlar ve sonsuz olanlar.
zıbaramıyorum, evet.. inanılmaz yorgunum, her yerim ağrıyor ve sabah 6da kalkmak zorundayım ama sınavım olduğu için zıbaramıyorum. çok saçma bir durum
Smirnoff amcamla güzel bir gece geçirdim. Çok farklı söylemlerde bulundu. Hayatın farklı köşelerine savurdu beni. Sormak istediğim bir sürü soru var daha aklımda. Belki de yeni başladık. Kim bilir...
insanlar ikiye ayrılır, ayrımcılık yapanlar ve yapmayanlar...
bir de güvenlik duvarı üstüne tez yazanlar var tabi... onun için zıbaramıyorlar..
insanlar ikiye ayrılır:
kendini geliştirenler, kendini geliştirmeyenler.
Kendini geliştirmeyenler yaptıkları işin kusursuz olduğunu sanarken, kendini geliştirenler her zaman bir huzursuzluk hissederler.
İnsanlar ikiye ayrılır. İnsanları kategorize etmek için günlerdir zıbaramayanlar ve mışıl mışıl uyuyanlar.
Nerden çıktı bu insanları sınıflandırma merakı yahu?
"Tuco" Benedicto Pacifico Juan-Maria Ramirez bile insanları bu kadar ikiye ayırmamıştı
Ben de ayırayım bari de daha fazla Fransız kalmayayım muhabbete. İnsanlar ikiye ayrılır, benim makana gelenler ve gelmeyenler. Ben gelenleri seviyorum.
Fransız demişken bugün aylar sonra ekmek buldum yedim. Fransız ekmeğiymiş. Şahaneydi valla. Türkiye'de yaşayan siz güzide insanlar; ekmeğimizin kıymetini bilin. Bol bol sulu yemeklere paraşüt yapın midenize indirin.
Korkuyorum Anne'den çıkmıştı. Sözü ben ettim, ama benimki sadece Reha Erdem'i taklitti beyhude.
Tekilayı unutmayalım baronio bey. Bence olayı tetikleyen en başta o devasa tekila şişesiydi. Portakal suyu alınsa daha hayırlı olabilirdi, kayısı gerçekten korkunç bir fikirmiş. Heterojen karışımı homojen yapamamıştık.
borndead, abi uzun zamandır şarap içmiyorum. İstersen kaçak çay demlerim ama.
Sizin Türkçe'ye neden bu kadar önem verdiğinizi buldum!
Türkçe'ye hasretsiniz de ondan!
@carlitos; yurtdışında yaşayanlarımız da var, Türkiye'de yurtdışını yaşayanlarımız da. (Şekil A-1: Ben )
Şu okul bir bitse de gitsem keşke, çok istiyorum. Umarım ömrümün bir kısmını gavur ellerde geçirecek imkanım olur.
Bu arada sayın nesriny, istirham ederim. Hiç hoş değil, beni rencide ediyorsunuz.
Geçmiş olsun ggecim, sen neme lazım bir doktora görün bir şeyin olmasa da bir görünmek iyidir.
Evet ggecim, böyle şeyler hiç ihmale ve şakaya gelmez. Skyser'in dediği gibi görünmek lâzım bir doktora.
Geçmiş olsun ggecim.
Sağolun arkadaşlar, eksik olmayın.
Ggecim geçmiş olsun. Bu tip şeyler şakaya gelmez cidden. En kısa zamanda bir doktora başvurmanı umarım. Üzüldüm şimdi yav.
Geçmiş olsun ggecim'ciğim .
Arkadaşlar, sağolun gerçekten. Bu herkesin başına gelebilecek bir durummuş. Bugün bir arkadaşımdan öğrendiğime göre benim gibi bişey yaşayıp, çabuk atlatamayıp, bir haftadır konuşamayan bir tanıdığı varmış, ki stresten ve gerilimden olduğunu söylemiş, doktorlar. Stresten uzak durup, bol bol gevşemek lazım yani. Nasıl olacaksa artık.
Çok geçmiş olsun ggecim.
Şimdiye kadar böyle bir hastalıktan haberim yoktu. Yanlış anlaşımasın ama, çocukluğumdan beri bazı anlarda ağzıma geleni söylemeyi, aklıma geleni yapmayı ve sonra da hastalığımı mazeret göstermeyi hayal etmişimdir. Tabi Allah kimseye hastalık vermesin ama insanın bazı hastalıklara hatta deliliğe (tekrar yanlış anlamayın ) özenmesini anlayabiliyor olduğunuzu düşünüyorum
Pardon delilik derken
Ben bunun bir karakter özelliği olduğunu düşünüyordum şimdiye kadar. Tamam deliyiz meliyiz de ne söylediğimizi de, biliriz normalde, değil mi?!
Delilik belki de bugünkü dünyada insanı en az acıtan şey olsa gerek, gerçek deliler için.
Ben demiştim stres kaynaklı olabilir diye
İmza: Sitenin psikiyatristi
Beyaz Josh Holloway gelmeden tüm ezikliğini göstermeye başladı . Herhalde en son onu çıkaracak
Geçmiş olsun ggecim, önemli bir şeyinin olmamasına sevindim. Stress atmak için en iyisi sende nesriny gibi Quiz'e ver kendini.
Not : Bu Sahne Hangi Filmden? = "Entelcesi" Sinema Quiz.
Old habits die hard...
ggecim, çok geçmiş olsun.
yani panik yapmalısınız demiyorum ama bu pıhtı olayı çok şakaya gelecek ya da önemsenmeyecek bir olay değil cidden..
benim çok şey söylemem bir şey değiştirmeyecek, bence en kısa zamanda iyi bir doktora görünün.
geçmiş olsun, geçtiğiyle kalsın
40 yılda bir beyaz şov'a denk geldim, hem de Şebnem var ama şu lost'un adamına takılıp kaldılar yahu!
Defalarca kez tanıklık ettiğim bir konuyu, an itibarıyla "Zıbaramayanlar"ın da ana konusu olduğundan sizlerle paylaşmak istiyorum.
Dün gece hiç zırbarmayarak iki günü birbirine bağlamıştım. Saat 11 gibi okuldan çıkınca evin yolunu tutup kendimi yatağa bıraktım. Saat 6 gibi arkadaşın telefonuna uyandım, dışarı çağırıyorlardı. Yapacak işim yoktu, gideyim dedim madem. Önce yemek yedik, sonra dışarıda gezinirken gruptaki tüm kızlar birden "Beyaz Şov"u izlemeye dağıldılar. Biz de birkaç biranın ardından evin yolunu tuttuk. O sıra aklıma gelmemişti, şimdi burada okuyunca hatırladım namı diğer Sawyer'ın Türkiye'de olduğunu. Neden bir kız aldatılmaya zerre kadar katlanamazken sırf yakışıklı, karizmatik, çapkın, zeki ama kimseyi umursamaz birine böylesine ilgi duyar; oturur bir film/dizi/programı sırf o katılıyor diye izler?
Sözlerim yanlış anlaşılmasın, siz de bu yüzden izliyorsunuz demiyorum. Ama inanın gördükçe kendimi şaşırmaktan alıkoyamıyorum.
Böyle garip bir gündü işte. Neyse, hazır bilgisayarı da toparlamışken şu ortak çevirilere döneyim iyisi mi ben. İyi geceler YedinciGemi.
Not: Rica ediyorum, bu sözlerim kız-erkek çatışmasına dönerek bir tartışmayı başlatmasın.
insanlar ikiye ayrılır; şebnemciler ve lost çular...
bir de tırnakçılar, saççılar var, ama onlar reha erdem kategorisine giriyorlar...
gerçekten keşke ayırsalar, kurtulurdum şu "ayırma" çabalarından...
nerede kalmıştım, haa evet:
insanlar ikiye ayrılır, ben ve diğerleri...
bir de türkçeye önem verenler var, ama her önem veren iyi yazmak, konuşmak, anlamak zorunda değil ve tam tersi...
Çevirmen olmak için ne gibi özelliklere sahip olmak gerekiyor?
Madem herkes bu işin içinde benim de eksik yanım kalmasın çatlarım sonra...
Az evvel herhangi bir filmin hem ing. hem de tr. çevirilerini indirdim sizden, bakalım nasıl yapmışsınız, çok mu zor birşeymiş
Kolaysa ben de gireceğim bu işe, kimse durduramaz ...
Bir de kafamı kurcalayan şey, ben hiç türkçe altyazı tercih etmiyorum ki, varsa ingilizcesi daha güzel oluyor
Ben de gidiyorum zıbarmaya, herkes uçmuş zaten
zıbarmadan önce açıklayayım dedim:
"ben ve diğerleri" başka bir grup, "bir de" yazan kısım başka grup... türkçede anlatıma bakarsak öyle oluyor zaten... yani "diğerleri" ile "türkçeye önem verenler" aynı grup değil, aynı insanları kapsamıyorlar yani...
yedinci geminin türkçeye çok önem verdiğinin de farkındayım bu arada...
onun için kendi üslubumla yazmıyorum buralarda...
ben pek anlamaz türkçeden...
Ben de sıcacık yatağıma girmeden dilimizin kullanımına dair bir iki şey söyleyeyim. Yedinci Gemi'nin dil kullanımına dikkat ediyor olarak etiketlenmesi çok yazık. Böyle bir şeye gerek duyuluyor olması yani garip olan... Anlamadığım neden dikkat etmeye çalıştığımız şu dile, zaten bu 6-7 yaşımızdan beri okullarda okuduğumuz, yazdığımız dil değil mi mevzubahis? İnternetteki ne idüğü belirsiz kısaltmalar, yabancı sözcükler ve karizmatik görünümlü yanlış yazımların kölesi olmamış bir insan için dil kullanımına çaba gösterme gibi gayrete ihtiyaç yok ki. Herkes kimi zaman "-mi" ekini ayırmayı unutabilir, "-de" ekini yanlış yerde kelimeye bitiştirebilir, yalnız burada azami olarak beklenen on satırlık cümleyi birkaç noktayla ayırıp, kelimelerin sesli harflerini iade edip, "w"ları "v"ye çevirip, okunur kılmaktır. Ne noktalama işaretleri sorusu çözen ÖSS öğrencisiyiz, ne de TDK çalışanı değil mi? Perihan Mağden gibimsi -Godardvari bir anlayışla- biçimi de anlatıma katmaya çalışmıyorsak, bence dili düzgün kullanmak, çarpıtmaktan daha kolay. İyi geceler 7G.
bu ara herkes erkenden zıbarabiliyor galiba, ses soluk yok...
isterseniz ben bir ayrım yapayım ama, genelde tepki çekiyorum
Şu son birkaç gündür öylesine güzel vakit geçiriyorum ki bu saatlerde, hiç uyuyasım gelmiyor desem yeridir. Hoş; zaten gecenin sessizliği, sessizliğin huzuru, huzurlu olmanın da rahatlığı yetiyor. Kalabalıktan hazzetmeyenler için muazzam bir nimet bu zincirleme. Hâli hazırda bir sınav da olmayınca tadından yenmiyor.
Uzun zamandır gecelerden böylesine keyif almamıştım, paylaşmak istedim. İyi geceler, gecelerimin dostu 7G.
Bu Natassia Malthe ne güzel hatunmuş öyle arkadaş
Az önce beyaz şovdaydı, taktım şu an kafayı
Az sonra bir bira bile açabilirim
İnsanın işi alkolle alakalı olmasın. Kesinlikle işkolik oluyor. Bilirim.
Edit: Daha ayılmamışım.
Bu nasıl bir iştir ki insanı alkolik, aman işkolik yapar
Kendi futbol ligimizin hakemlerine laf atıyorduk ama az önce NBA'de yaşanan skandalda Orlando'nun hakemler tarafından resmen elinden alınan maç sonrası bu tür pisliklerin ağa babası olduklarını kanıtlamış oldu Amerikalılar. Boşuna izlediğimiz izlenimine kapıldım bir an. Üçüncü çeyreğin sonunda çeyreğin bitmesine 5 saniye kala Detroit topu oyuna soktu, fakat oyun saati çalışmadı. Topu 6 saniye sonra elinden çıkaran Billups üç sayı attı. Hakemler 5 dakika sahanın ortasında geyik muhabbeti yapıp maçı soğutmakla kalmadılar, bir de maç görüntülerine bakmadan sayıyı verdiler. O sırada TNT televizyonu sayının geçersiz olduğunu bantlardan belgeledi ama nafile. Bu sayıdan önce oyunu önde götüren Orlando bu üçlükle geriye düştü. Son çeyrek 1-2 sayı farkla devam etti hep. O 3 sayının moral bozukluğu takımı da bozdu. Bu tür şeyler NBA'de de oluyormuş meğerse. Fakat bu kadar göz göre göre bir maçın çalındığını bizim futbol liginde bile görmemiştim. Gece gece sinirlerim altüst oldu. Üç saat bir yalan izlemişim.
İnsanlar zamanla doğru orantılı olarak bilgilerine yenilerini katıyorlar işte. Böylesi paraların döndüğü yerlerde komplo teorileri yürütmeden duramıyor nedense insan bünyesi.
Sen hiç olmazsa 3 saat zamanla yırtmışsın. Bazıları onlarca yılını harcıyor bu dönme dolaplarda.
Ek:
Bu arada şimdi gördüm. Nesriny, paranoyak bir yapım vardır. Ve o yapının temelinde ufak sarsıntılar başladı şu anda nedense.
Gece gece beni kahkaya boğan bu videoyu paylaşmadan duramazdım:
raskolnikov Türkiye'de değilsin heralde, şu sıralar gene youtube yasağı var. Bizde hiçbir şey gözükmüyor
Artık yasak tekrar kalktığında bakarız
Ha, evet. Hiç düşünmemiştim Türkiye'nin bu kepazeliğini. Ben de "adamlar o kadar çok kapattılar ki, artık canları sıkılmış ellemiyorlardır." diye düşünmüştüm. Sansüre karşı ortak bir ses çıkarmadıkça, daha çok kapanır youtube falan... Gidin internette ilim-irfan öğrenin kardeşim, ne işiniz var sizin video paylaşım sitelerinde!? Hem o sitede edebsiz şeyler yok mu, çocukların ruh ve beden sağlığına zarar verecek veya ülkemizin bölünmez bütünlüğünü tehdit edecek?
Hayır, önceden Avrupa'nın karşısında rezil olmayalım anlayışı falan vardı. Şimdiki anlayış tamamen baskıcı. Demokrasi de kılıfı.
Sonuna kadar haklısın raskolnikov ama burası Türkiye, burada sorunlar akıl ve mantıkla çözülmüyor.
vallaha biz pain of salvation a gidiyoruz carlitos, paltosuz ve anilca ile...
zıbarmakla alakasını pek kuramadım ama, raskolnikovcuğum gel de beraber kokoreç yiyelim yaa, özledim, belki ortaköy sahilden denize gireriz...
not: sarhoşum ama daedalus bu iletiyi silmez, onun yerine bize katılır gibime geliyor...
fiyatlar 20 ytl...
Ya denizcim aslanım 18 mayısta yanınızda olmayı çok isterdim ama işler var şu ara ayrıca pos ile aşinalığımız çok yok o yüzden çıtlatmadın heralde ama uni-rock beni bozmaz abi diyorsan ben varım oradayım, dağıtmaya gelirim oraları! (şaka değil çok ciddiyim 7g tayfası beni bekle )
Ben bir insanla tanıştım. Bana çok şey kattı kısacık sürede. Sıcak biri ve gözleri hep parlıyor, hayalleri var ve kendine güveniyor. Belki gençliğinden, ama olgunluğu asla inkar edemem, umutları daha taptaze. Sinemaya bir kez daha aşık oldum ve yeni bir dost kazandım. Teşekkürler 7G, iyi geceler uykulu dünya.
Her zaman böyle olmuyor maalesef ama, son üç geceki gibi huzurlu ve mutlu "zıbarmak" istiyorum.
Çünkü çok güzel oluyor. Tüm yorgunluğuna rağmen iyi uyanıyorsun..
Zıbaramıyor değilim, fakat zıbarmaya dair de bir isteğim yok.. Zorunluluk pis birşey, uykusuzluk da yaramıyor ineklerken.. Uyumak üzere gibiyim..
Uykusuzluk, huzursuzluk, mutsuzluk yine başladı, uyuyamıyorum. Uykumu getirecek televizyonda bile birşey yok. Herkes belgesel kanalını açıp, uyur; bense belgesel kanallarını açtığımda, dikkat kesildiğim için hepten uykum kaçıyor. Nasıl bir iştir bu?!
Anlayacağınız, ayaktaki yedincigemi halkı, beni beynimin içindekilerden kurtaracak birşey lazım, bilen varsa beri gelsin.
En iyi uyku getirme yöntemi ders çalışmaktır bence, ama öğrenci değilsen bu olmaz. O zaman ikinci seçenek sana sıkıcı gelen bir kitabı yattığın yerde okumaktır. Bir de süt içer veya biraz yoğurt yersen tamamdır
Bu yöntemler tamamiyle bilimseldir.
Çok heyecanlıyım, Bülend Özveren'in çıldırtan yorumlarına rağmen 4 gözle bekliyorum/izliyorum Eurovision sonuçlarını ;)
Neydi o şovlar öyle.
Gelmişken bir de film sorayım ortalık boşken.
TNT kanalında Fatboy Slim'in konseri var, uykusu kaçanlar için ideal
Fox tv'de Godfather 3 var, ilgilenenlere duyrulur. Şimdi başladı.
Saat yaklaşık dört buçuk oldu, ne uykum var ne de vaktimi öldürebileceğim birşey.. Sıkıntının da limit değerine ulaştım.. Ve gerçekten çok sıcak..
Sıcak ve sıkıntılı gecelerin en güzel ilacı, film+ vantilatör
İkisinden de mahrumum şu an, en iyisi bi sağa bi sola dönüp durarak uyumaya çalışmak olacak, iyi geceler..
Uyku tutmayanlara tavsiyem: gelin bizim şirkette bir hafta çalışın, en yoğun dönemdeyiz. Yorgunluktan üste bir hafta aralıksız uyku eklersiniz:)
Bu bir teklif mi? Çünkü 1 haftadır hem işsiz hem uykusuzum. Hatta sabah olmasına rağmen henüz uyuyabilmiş değilim. Şirkette ne iş olsa yaparım yeter ki zaman çabucak geçsin
Selamlar dostlar. Keyifler yerindedir inşallah. Sizlere bir konuda danışmak istiyorum.
Derdim ''Mesleki Bilgisayar'' dersi ile. Baştan alıyorum. 2. dönem okula yeni gelen hocamız ile beraber ders bizim yalan oldu. Yalan oldu diyorum çünkü, nereden baksak dönemin yarısında ders işlemedik. Hocamız derslere gelmedi, derslerin iptal olduğunu son dakikalarda okulda öğrenip dellendik. Bazen hocamız kızlarla sürterken, basket oynarken bu gibi keyfi nedenlerle dersi iptal ederken sesimizi çıkarmadık. Bunları geçtim.
Gelelim sınavlara... Vize'de bütün sene öğretmedi Fotoşop'ta projeksiyonda önümüze bir resim koydu. Bu şekli yapacaksınız. 45 dk süreniz var. Şekle ne kadar yaklaşırsanız o kadar iyi puan alırsınız dedi. Pek bir şey öğrenemediğimizden, kendi çalışmalarımızla öğrendiğimiz şeylerle bir şeyler yapmaya çalıştık. Vize'den 20 aldım. Sınıf da benim gibi dökülüyordu. Hocamız vize sonuçlarını yükseltmemiz için bir logo projesi verdi. Üç markayı fotoşopta modifiye edip verecektik. Bir abimden profesyonel yardım alıp güzel bir logo yapıp verdim hocaya. Böyle geçtik bunu ama hocamız bu mini ödevin notlarımızı ne derece yükselteceğini söylemedi.
Gelelim finallere... İki gün iki gece fotoşop kastım. Finalimde güzel geçti. 75-80 civarı alır geçerim diye düşünüyordum ki, sonuçlar açıklandığında yanına bile yaklaşamıyordum. Hocamızın finalde soruları 1. cisi 60 puan, 2. soru 40 puandı. 2. soruyu tamamen bildiğim halde sınav sırasında internete girip terimler hakkında netten detaylı bilgileri kağıda geçtim. 40 puan cepte. 1. sorunun da büyük kısmını yaptım. Renk değerleri tamamen doğru olacaksa işimiz vardı ama en yakın değerleri yazdık verdik kağıdımızı. Sonuç 45 puan. Kağıdı benimle tamamen aynı olan kankamın kağıdı da 40 puan. Komedi...
Finalin peşine kağıdımın tekrar incelenmesi için hocayı şikayet edecektim ki, hoca derste bütünlemede kolay sorarım, hepiniz geçersiniz diyince meseleyi boşverdim. Gelelim bütünlemeye. Hocamız, 10 gün önceden herkese ödevlerini verdi. Dersine girdiği tüm bölümlere aynı ödevi vermiş. Öğrencilerin bir bölümüne RTV (Radyo ve TV Programcılığı Bölümü) logosu, diğer bölümüne de MYO (Meslek Yüksek Okulu) logosu yapmamızı salık verdi. Bana RTV logosu geldi. Gayet güzel bir logo yaptım. Sade ve yaratıcı. Bir de logo yapan diğer arkadaşlarımın logolarına sınav öncesinde okulda baktım. Berbat ötesi. Logoda ilk olarak sadece vektör diğer adıyla çizim olur. Resim olmaz. Arkadaşlarımın çoğu resim üzerine RTV ve MYO yazarak vermişler ödevlerini. Sonuç olarak ben emek harcadığım halde 50 alıyorum, arkadaşlarım 65-75 notlarıyla geçiyorlar. Ben kalıyorum. Hele bir arkadaş var ki aklıma geldikçe gülüyorum. RTV'yi küçük harflerle arial fontunda beyaz renkle yazmış. Lacivert renkli kare bir fona yerleştirip vermiş. Bu mudur emek ? Sizde bir bakın çalışmalara.
Bu başka bölümden bir arkadaşımın çalışması. Bu arkadaş bu çalışmayla 60 alıyor.
Ayrıca bu arkadaşım hocaya ödev teslimde bunun gibi 3 çalışma daha veriyor. Hoca da alıyor.
Üstelik grafiklerde tamamen hatalı. Radyo ve TV'nin kamera ile alakası nedir ?
http://i218.photobucket.com/albums/cc80/TaurusFB/cmeramncopy.jpg
http://i218.photobucket.com/albums/cc80/TaurusFB/kameracopy.jpg
Bu da benim çalışmam. Ben bu çalışmayla 50 alıyorum.
http://i218.photobucket.com/albums/cc80/TaurusFB/rtvlogo4fdf.jpg
Şimdi sonuçlar bugün açıklandı. Şikayet için 6 günüm var. Buraya yazmadan birkaç arkadaşa daha sordum. Öncelikle şikayet etmeden önce hocayla konuşmamı önerdiler. Hocayla konuşurken ne diyebilirim ki ? Hocam kağıdımı tekrar değerlendirebilir misiniz ? Çok daha yüksek not bekliyordum mu diyeyim ? Ne yapmamı öneriyorsunuz ?
İşin çok çok dışında biriyim, o yüzden yorum yapmam küstahlık olarak algılanmaz umarım. Ders eğer "mesleki bilgisayar" dersiyse, kompozisyondan dolayı bırakmak epey ahmakça olmuş. Ve dışardan bir göz senin çalışmanda çok daha fazla emek olduğunu rahatlıkla anlayabilir. İddia ediyorum verdiğin örneklerden çok daha iyisini ben bile yapabilirim. Ama senin yaptığını yapamam. Üniversite hayatında böyle heriflerle çok karşılaşacaksın. Maalesef her şey adil değil. Adına üzüldüm. Geçmiş olsun.
Şimdi bir şey diyeceğim ama malum forum ortamı olmayacak. Bence arkadaşım bu puanı veren hoca aynı kişiyse, kağıtları isteyin o elemanı da ayarlayıp ve hocaya gösterin. Yanyana koyun ve görsün. Başka türlü ne söylesen bir kılıf bulacaktır, kendi yaptığını kabul etmemek adına.
Bu arada şunu da ekleyeyim; radyo-tv'nin kamerayla alakası çoktur, ancak konuştuğunuz konu eğer grafik yaratmak ya da resimlerden grafik oluşturmak arasındaki emek farkıysa, ona bir şey diyemem, haklısınız.
Ayrıca okulda çekilen sıkıntı nedir ki?! İnanın daha sonra çekecekleriniz yanında bu sıkıntıları mutluluk olarak hatırlayacağınıza garanti veriyorum. Anlıyorum ortadaki sorun bu ama çözülmese de- ki çözüm yoluna dair bir şeyler de yazdım- sorun değil, canınızı sıkmaya gerçekten değmiyor.
Hocayla konuşsan ve tekrardan değerlendirmeyi kabul etse bile notunun değiştirilmesi için itiraz etmen şart. Öncelik olarak hocanla konuşman senin yararına olur sanki. Baktın teknik dilden anlamıyor, anlat acıklı bir hayat hikayesi, ver eline bir kağıt mendil .
Yahu uyku tutmadı bir bakayım dedim foruma Forumu biraz hareketlendirmek gerek, ben çevremdeki 3-5 arkadaşı üye yapayım buraya hemen
İlave: Nasılsınız dostlar
Çok sıkıldım.. Oyun oynayayım bari..
Bu arada kendi adıma söyleyeyim; idare ediyorum, seni sormalı?
Uykusuz monolog
- Yine nerelere daldık ki , uyuyamıyoruz...
- Nerelere daldık ve çıkamıyoruz günlerdir be....Dalıyoruz ama uyumak değil, sadece arzu ve devamında gelen çaresizlik....
- Yok be, o kadar da vahim mi durum?
- Evet o kadar vahim! Öyle vahim ki, içimizden taşan coşkuyu saklayacak yer bulamıyoruz.Öyle vahim ki uyku girmiyor gözlere, sonra da gencecik gözler yaşlanıyor, düşünmekten kederli damlaları...Hem öyle vahim ki, tesadüfen gelen krizli karşılaşmalar bile alamıyor elimden uykusuzluğumu...o denli susamışım uykuya, ya da o denli uykusuzluğumu sevmişim....
- Hadi be git işine bu duygusal krizleri kaldıramam ben uykum gelir...
- Eee haydi gelsin o zaman, hem sen uyursan ben de uyurum...
- Asıl sen uyumalısın ki ben de rahat edeyim, bir geceyi daha kurtarayım, hayatımdan; hem derler ya, uyku yarı ölüm halidir!?!
Saat: 4:40 - Ölü Bir İstanbul
ggecim
İyi sabahlar 7G sakinleri ... Yahu eskiden 3 film birden izlerdim bana mısın demezdi. Şimdi bir tanesini izleyene kadar akla karayı seçiyorum. Yaşlanıyor muyum ne?? Ya da seçenekler mi arttı da şaşırıp kalıyorum anlayamadım gitti
Alışkanları kendi kararınla bırakmak ya da bırakmaya zorlanmak... Hangisi insana daha çok koyar? İlkinde baskın olan duygu özlem, ikincisinde ise öfke. O zaman özlem mi, öfke mi? Hangisi insanın içine daha çok nüfuz eder? Özlem ve öfkenin ikisi de mütemadiyen hissedilen duygular değildir, arada depreşir o kadar. O zaman içimizdeki bütün hisler aynı kapıya mı çıkıyor, yoksa bunun adı hissizlik mi?
İyi sabahlar 7G!
Sabahında sabahları oluyormuş pospolen!Ayrıca sorunun cevabına bu saatte verebileceğim yanıt ise -özleke- olur.Hani şu içimize nüfuz eden.Kuşların iş güç peşinde uçuşmalarını izleyebiliyorum!(Yada uykum geldi )
Sırf uyumak zorunda olduğumuz için uyuyanlara inat "zıbaramayanlar" var.
Ben de zıbaramıyorum sanırım. Başardığımı sansam da bir bakmışım uyanığım..
Bir de sırf devam etmek "zorunda" oldukları için devam edenlerin yanında (yanısıra, onlara inat, onlarla aynı anda) "tutunamayanlar" var.
evet, "tutunamayanlar" diye bir başlık istiyorum.
boş olsun.
Saat 04:30 oldu... Uykum gelsin diye Chantal Akerman'ın La Captive filmini izlemeye başlamıştım. Ama ne çare, film uyutacağına uykumu açtı. Hiçbir şey anlamadım filmden, anlamadıkça daha da çok dikkat kesildim. Meğerse, film Marcel Proust'un Geçmiş Zamanın İzinde serisinin beşinci kitabından uyarlanmış. Sonra neden anlamadığımı anlamış oldum. Dedikleri kadar var: Hayat kısa Proust uzun... Kaybolmak, yeniden varolmak, varolduğunu anladığın anda yok olmak ve aslında bir hiç olmak... Geçmiş zaman, boşa geçen zaman, hiç geçmeyen zaman... Çok yaşa Proust, bir gecemi daha aldın benden.
Burnout, ben sana Quark öğreteyim, biraz da o alsın gecelerini.
Sabah olsun pek istemiyorum, yapacak istenilesi birşey olmasa da uyumamakta direnmekteyim. Gereksiz çabamın ürünlerini yarın toplarım diye umut ediyorum.
Evet, uyutmamakta direnmek daha zevkli olmuyor değil.. Yarım saati aşmış, hadi bakalm..
Zıbaramıyorum cunku engeller var..Ama ugrasım surecek..
Uğraş, tek saat 5'ten geçiyor..
Bıraz ınsaf dılıyor ve susuyorum
Zıbarmak sanırım zor pek çok forumdaşımız için bu gece. Ben de bu kervanın yolcusuyum, sanırsam olmaya da devam edeceğim bir müddet daha. Birkaç şişe bira daha uzakta uyku, zıbarmak, ya da her ne derseniz. Bu saatte uyanık olan herkese selam olsun, dostlar. Hepinizin şerefine içiyorum...
Özledim seni İnsomnia Kıymetini bilin dostlar insan uykusuzluğu bile özlüyo bazen.
Her anlamda kapana kısılmak böyle birşey olsa gerek. Düşünmek için çok vakit var, uyumak içinse az..
Gece gece uyuyamayanların içini açacak bir foto.
Çok can sıkıcı bir fotoğraf. Buda 3-5 saat daha ayaktayız demek
Bazı uyuyamayanlara Serial Experiments Lain derim, incelemesi derim ya kendin yap ya da malum kişiye yaptır derim, çekilirim.
Burayı özlemişim. Ağustos'un bu sıcağında yurt genelindeki sıcaklarla yarışan bir bünyeye sahip olmayı başardım. Ateşim 38 ve ara sıra ilerliyor İnsan nasıl grip olur bu sıcakta, anlamak mümkün değil. Arsen Lüpen isimli şeytan işi barın bir etkisi olabilir. 2 sene önce gittiğimde oradaki hava akımı yüzünden yüzümün sağ tarafı geçici felç olmuştu, ben de 3,5 atmıştım. Geçen Cuma tekrar gittim, bu sefer de nur topu gibi mikroplarım oldu
Normalde şu anda uyumam gerekiyor, ama artık bitkisel dinlenmeden feci sıkıldım. Ne demişler zaten; ilaçla 7 gün, ilaçsız 1 hafta.
Bu arada DD , Lain incelemesi isteriz. Lain'i incelemek gerçi çok meşakkatli bir iş, ama hakkını verene de babayiğit derim, ben de çekilirim.
Melih yazın bu sıcağında grip olmayı başardığın için seni tebrik eder, geçmiş olsun dileklerimi gönderirim.
Sende incelemeden çekildiğine göre bu işin sorumluluğunun daha ilk başta bu konuyu açan kişide olduğunu söyler bende çekilirim. Umarım reel bu işi üstlenmek için burda adını ifşa ettirmeye gerek duymaz.
Geçmiş olsun daedalus.
Bar havası yaramamış anlaşılan
Beleş bira veriyoruz, deseler bir daha gitmem ikidir sağlığımı çalan bu bara... Tamam, abartmayalım o kadar, ama gitmem yani uzunca bir süre daha
carlitos assos'tan bildiriyor;
uyumuyorum, uyuyamıyorum. ailecek uyumuyoruz hatta.
ellibir ve yanık manyağı olduk, aile içi birbirimizi çörüyoruz (taso oynarken kullanırdık değil mi bu "çörmek"i)
@ Melih, geçmiş olsun efenim, benim de faranjitim ellerinizden öper. Alt metin :"Yalnız değilsin"
Bu döngüyü nasıl kıracağız bakalım
Geçmiş olsun melih, benim alt metnim o kadar güçlü değil ama benim de başıma güneş geçti
Teşekkür ederim tüm geçmiş olsun diyenlere ama galiba geçiyor. Şu dünyada kanımdan en iyi anlayan canlılar olan sivrisinekler yine pike yapmaya başladılar. Demek besin verecek kıvama geldim. Zıbartılmayanlar sınıfına girmiş olsam da başlıkta yerim var, dışlamayın hemen Aslında bazı güzel zamanların öncesinde böyle hastalıkları severim. Hallet işini, aradan çıksın, derdi annem. Haftaya tatile çıkıyordum, hastalık işi aradan çıkmış oldu. Polyanna beni görse iftihar eder, tutar kolumdan ormana götürürdü sanırım
carlitos, ama sen yalnız kalabilirsin, ben iyileşiyorum ufaktan Asıl sana geçmiş olsun.
skyser, başıma güneş geçecek kadar güneşe başımı çıkartacak fırsatım olmadı daha bu yaz. Kıskandım, diyeceğim ama seninki de daha ciddi bir meseleymiş. Benimki bildiğiniz, ilkokuldan beri tanıdığımız, ailemizin üvey evladı grip. Bir numarası yok, hiç büyümemiş.
Şaka maka ben hastayım dedim, bin ah işittim. Tamam, ben iyileştim ya! Yarın dışarı bile çıkacağım. Hadi sıra sizde
Belli belli iyileşmişsin sen, çenen açılmış. İncelemeler dışında ilk defa böyle uzun yazdığını görüyorum.
Hastayken kimseye şımarmadım, bari son dönemlerinde tadını çıkarayım hastalığımın. Kafanızı şişireyim Daha bu işin kapris kısmına geçmedik DD. Orada Lai... diye sayıklamaya başlayabilirim özel mesajla. Bir de o hastalığın tedavisi de yok, biliyorsun. Kaşınmaaaa
Bir anda kendimi kötü hissetmeye başladım, ben de mi hastalanıyorum nedir? İkimiz de hasta olursak kimin başına ekşiyecez peki? Kim çeker bizim nazımızı?
Eskiden çabuk zıbaranlardandım, yaşlandıkça alışkanlıklarda değişiyor.. Bu saatte de pek bir şey yapılmıyor. Film izlesen, izledikten sonra yazı yazmaya vaktin olmuyor. Sesi kıssan filmin tadı kaçıyor, kulaklık taksan kulağın ağrıyor. TV zaten yok gibi bir şey. Neyse ki, bu gecede taçsız bir prenses yardımıma yetişti. YKY'den çıkan, Ingeborg Bachmann'ın Toplu Şiir kitabını okurken; insan vakit diye bir kavramdan kopuyor. Hoş, yaşamla ölümde Bachmann'ın şiirlerinde birleşiyor ya, orası ayrı bir mevzu. Cesare Pavese ile Bachmann acaba ortak bir şiir yazsaydı, nasıl olurdu? Farklı dillerde, farklı ülkelerde, farklı dünyalarda yaşasalar da, birbirlerini ne kadar güzel tamamlıyorlar. Daha sonra da Antonioni onların yazdıklarından esinlenerek bir film çekseydi.. Başrolde de Monica Vitti oynasaydı.. Niye bütün işe yarar insanlar ölmüş ki sanki.. Geride yaşanacak bir şey kalmadığından belki de.. Neyse, yine ondan, onun şiirlerinden, onun doğrudan ve yaralayıcı dizelerinden devam edelim.. Bachmann'ın Sürgün şiirinden bir dizeyle bu uzun geceye noktayı koyalım: Vazgeçilmişim çoktan ve hiçbir şeyle anımsanmamışım. / Yalnızca rüzgarla ve zamanla ve sesle, / ben insanlar arasında yaşayamayan.
Katarakt ameliyatı için hastaneye yatıp, rahmini aldırmak isteyenleri sabırsızlıkla bekliyoruz! O sabırsızlıkla uyumakta dahi zorlanıyor, sabah olacağımız sinek kaydı traşın saatlerini sayıyoruz! Eğitim sistemimize helal olsun, Allah devletimize zeval vermesin!
Bugün haberlerde izledim. İstanbul Büyükşehir Belediyesi geçmiş olimpiyatlardaki başarısı yüzünden üç sporcuya mezar hediye etmiş. Sonra bir de Spor Bakanı olsun, belediyelerin sözcüleri olsun kanallarda çıkıp sporcuların başarısızlığından dem vuruyor. Topu birbirlerine atma yarışına giriyor. Spora ve sporcuya verdikleri önem ortada işte. Sen geçmişteki olimpiyatlarda madalya kazan, sonra daha hayattayken hediye olarak sana mezar versinler! Allah akıl fikir versin, "yönetici" sıfatını taşıyanlara ve onlara bu sıfatı kazandıranlara...
Ama olaya öyle bakmayalım canım...
Belki iyi bir amaca hizmet etmek için vermişlerdir o hediyeyi...
¨Yani garipler hayatları boyuncu bizim destek vermememize ve düzgün spor eğitimi vermememize ramen spor yaptılar, tüm bu imkansızlıklara ramen olimpiyatlara katılma başarısını gösterdiler ve muhtemelen beş parasız ölecekler.. Bari mezarlarında rahat uyusunlar...¨ gibi bürokratik bir mantık içerebilir bu hediyenin anlamı...
Elvan Abeylegesse diye şirin Afrikalı bir atletimiz vardı ülkemiz adına yarışan hatırlarsınız belki... Onun olimpiyatlara katılmadan önceki çalışma anlatışını dehşet içinde izlemiştim gözlerim fal taşı gibi açık... Baya bildiğiniz toprak ya da havaya göre çamurlu sahada dandik bir çift ayakkabıyla antreman yapıyormuş kızcağız... Ama gördünüz işte kaptı madalyayı...
Bakın haberlere izledim geçen gün, liseler arası koşu yarışması için eleme mi yoksa liseler arası direk koşun yarışması mı ne yapıyor her neyse işte... Çocuklara değil koşma, nefes alma antremanı bile yaptırmadan ¨yürüyün aslanlarım dehhh!¨ demişler.... Koşunun sonunda finiş çizgisine ulaşabilen çocuklar yerlere yatıp, artık düzenli nefes alamamaktan dolayi ve bu sebepten dolayı düzenli enerji harcayamamalarından dolayı kaslarında glikojen bitmiş, vücut artık enerji bulabilmek için kaslarda asit üretiyor kaslardaki protein yapısını çözüp enerji oluşturabilmek için ve ciğerleri de patlayacak şekilde nefes alıyor tekrar kaslardaki yok olan glokojeni kan pompalıyarak yerine taşımak için aynı anda...
Tüm bu biyolojik buhranın verdiği acı ile garibim çocuklar inim inim inliyorlar... Ama kazanamadıkları için de bir de üstüne azar işitiyorlar ailelerinden ya da hocalarından... Kazanan kişi de zaten kazandığına pişman olmuş bir şekilde açısını dindirmek için asvaltı yalıyor bir köşede...
İnsanımız ne kadar fedakar görüyorsunuz arkadaşlar... Belki de bu olimpiyatlarda derece alan kardeşlerimiz de bu yollardan geçtiler kim bilir...
Bu kadar fedakar olan bir vatandaşımız için en büyük hediyenin huzur içinde yatacağı bir mesaj olduğunu düşünüyorum, sizce de öyle değil mi?...
Ya da bilmiyorum belki direk doğru düzdün, tekniği ile spor yapmayı öğretsek acaba işler daha da mı kolaylaşır?...
Pozitif olalım arkadaşlar, her şeyi kötüye yormayalım...
Burası Türkiye dedirten başka bir durum ha?
Başarının arkasında durmayı çok iyi biliyoruz, başarı eskaza geldikten sonra... Sırt sıvazlamada üstümüze yok ama "destek olmak" sadece dilimizde hayat bulabilen bir deyim.
Keşke dil olimpiyatları açılsa... Ben bu konuda ülkemize candan güveniyorum... Mangalda kül bırakmayız yemin ederim....
Şu an uyumayanlarınıza NTV'yi açmanızı öneririm.
Powered by Invision Power Board (http://www.invisionboard.com)
© Invision Power Services (http://www.invisionpower.com)