![]() |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() ![]() |
![]() |
baronio |
![]()
İleti
#1
|
||||
Etkin Üye ![]() Grup: Veteran İleti: 2,078 Katılım: 31-May 07 Nereden: Away Üye No.: 3 ![]() |
IMDB
25. Saat'in konusu için kısaca; hapse girmesine 24 saat kalmış kahramanın, bu zaman dilimi içinde yaşadığı gel-gitler ve kendisi ve çevresiyle yüzleşmesi desek kâfidir gibime geliyor. Zira konusundan öte usta yönetmen Spike Lee'nin anlattıkları, anlatmaya çalıştıkları, düşündükleri, hissettikleri, lanet ettikleri, eleştirdikleri, bayıldıkları, üzüldükleri, kahroldukları, sesini çıkartamadıkları, avaz avaz haykırdıkları üzerine konuşacak çok şey var. Öncelikle Lee'nin film için yarattığı Mongtomery karakterinden kısaca bahsetmeli. Monty; kendisinden oldukça farklı şekilde, hayatta iyi yerlere ulaşmış ve zamanında kendisini de bu konuda uyarmış olan arkadaşlara sahip biri. Geçmişte yaşadığı ailevi buhranlar onun hayatını derinden etkilese de, özünde iyi birisi. Filmin giriş sahnesinde gördüğümüz üzere yaralı bir sokak köpeğini evine alacak kadar, kendini ele verdiğinden şüphelendiği kız arkadaşı Naturelle'e hiç ses etmeyecek kadar iyimser bir yapıda. Monty'nin bir şekilde yolunda gitmekte olan hayatı, ani bir polis baskını sonucu, salonundaki koltuğunun altında bulunan uyuşturucular neticesinde zindana döner. 24 saat sonra teslim olup, hapishane yollarına düşecektir İrlanda asıllı Amerikalı Montgomery Brogan. Bu son 24 saatinde yaşadığı psikoloji, gel-gitler, şüpheleri, pişmanlıkları, endişeleri, planları, çaresizlikleri öyle güzel işlenmiş ki, izlerken sanki 24 saat sonra sizin başınıza kötü bir şey gelecekmiş hissine kapılıyorsunuz. Spike Lee'nin bir New York âşığı olduğunu ve filmlerinin hemen hepsini, New York'u da bir oyuncu gibi kullanarak çektiğini az çok biliriz. Ancak bu filmin Spike Lee'nin filmografisindeki yerinin ayrı olduğunu düşünüyorum. Zira çekildiği tarih açısından son derece hüzünlü bir yapıya sahip. Sanki yönetmenin kişisel hüznü, filme karışmış. 11 Eylül olayları sonrası Amerikan toplumunun büyük kısmında duyulan hisleri irdelemiş epeyce. Son zamanlarda National Geographic'te izlediğim bir belgeselde, bir itfayeci ile yapılan röportajda şöyle bir konuşma geçiyordu. "Binlerce insan kaybettik Amerikan toplumu olarak, bir o kadar itibar, bir o kadar da para. Ancak telafisi uzun yıllarca mümkün olmayan bir şey daha kaybettik; o da masumiyetimiz. İnsanlar artık masum değiller. Artık kimse kimseye güvenmiyor ve şüphe ile bakıyor. İşte bu en acı tarafı". İşte Spike Lee de 25. Saat'te buna özellikle vurgu yapmış. Taxi Driver'dan sonra sinema tarihinin görüp görebileceği en iyi sahnelerden birini sinema dünyasına armağan etmiş. Monty kendi ırkı İralandalı'lardan, yönetmen Spike Lee'nin ırkı Zencilere kadar herkesi, restorantın tuvaletinde bir güzel kalaylıyor. Bu sahneyi, ekrana gözleri dışında bir organıyla bakanlar Amerikan Şovenizmi perspektifi ile değerlendirebilirler. Ancak aslen Spike Lee'nin asıl derdinin, yukarıda bahsettiğim masumiyetin kaybını vurgulamak olduğu kanaatindeyim. Hatta o uçakların, o iki binaya girmesinin tek bir sorumlusu olmadığının, tüm Amerikalı'ların da kabahatli olduklarının belirtilmesi derdinde olduğunu düşünüyorum. Tabi, vücuttaki tüm tüylere "ayağa kalk!" emri çakan bu unutulmaz sahnede hünerlerini konuşturan Edward Norton'dan başka, Spike Lee'nin biricik sevgilisi New York da harika bir oyunculuk sergilemiş. New York bu kez, diğer oynadığı filmlerde büründüğü o cafcaflı, albenili, abartılı, yalan oyunculuğundan sıyrılıp, matem içinde, gözünde hâlâ ince ince akmakta olan yaşları ile griye bürünmüş, "bir daha eskisi gibi olabilir miyim"in derdinde bir oyunculuk sergilemiş. Özellikle Monty'nin köpeğiyle sokaklarında mağrur ama bir o kadar da yitik adımlarını izlerken, şehrin nasıl da kan ağladığını gösteriyor bize Lee. Bu ana platforma oturttuğu kaygılarının yanında, arka planda da çok ağır, hemen her eve misafir olabilecek bazı temaların üzerinde duruyor üstat. Özellikle hayatı pişman olmayacak şekilde yaşamak üzerine sayfalarca şey yazılabilir bu filmden sonra. Bunu, gerek anlattığı baba-oğul ilişkisinde, gerek dost ilişkisinde, gerekse âşk ilişkisinde çok ölçülü bir şekilde kaşımış. Kusursuz müzikleriyle daha ilk dakikasından yüzümüzü tokatlamaya başlayan bu sosyal göndermelerle bezeli ağır dram, hepsinden öte inanılmaz bir estetik içinde dans ediyor. Olup bitenlerden sonra, içinde insâniyet nâmına en ufak bir kırıntı barındıran herhangi birinin bile gözünden bir damla yaş dökeceği bir vahşetin ardından, New York sevdalısı Lee'nin elinin kolunun bağlanması sonucu, sessiz haykırışlarının bir tezâhürü mahiyetinde 25. Saat. Kendi çaresizliğini filmde, Monty'nin sırtına yüklemeye çalışsa da, bu kaçınılmaz pişmanlık duygusundan kurtulmak için beyhude planlar üretse de, kendi de, Monty de, biz de biliriz ki yoktur bir çıkış yolu bundan. Artık masum değiliz hiçbirimiz. Ve asla da olmayacağız eskisi gibi. -------------------- |
||||
Bob le Flambeur |
![]()
İleti
#2
|
![]() Kumarbaz Bob ![]() Grup: Yönetici İleti: 1,895 Katılım: 2-June 07 Üye No.: 24 ![]() |
Bazı filmlere daha fragmanını görür görmez çarpılır insan. 25th Hour da öyle bir film olmuştur benim için. Tabii bazen fragmanına hayran kalınan o filmler, izlendikten sonra büyük bir hayal kırıklığına dönüşür. Ama ne mutlu ki bu film bana, meraklı bir bekleyişin ardından en ufak bir hayal kırıklığı yaşatmamış ve Almodovar başyapıtı Hable Con Ella'dan sonra 2002 yılının en sevdiğim filmi olmuştur.
İşte az önce de tam, beni zamanında sabırsız bir bekleyişe gark eden o nefis fragmanı Bir Parmak Bal başlığına eklemek üzereyken, bu güzel başlık geldi aklıma; buraya daha çok yakışacağını düşündüm. Buyrun efendim, yanında Edward Norton'ın meşhur kalayı da bonus olsun ![]() Bu ileti Bob le Flambeur tarafından Jul 28 2007, 10:01 AM yeniden düzenlenmiştir. -------------------- ![]() |
baronio |
![]()
İleti
#3
|
Etkin Üye ![]() Grup: Veteran İleti: 2,078 Katılım: 31-May 07 Nereden: Away Üye No.: 3 ![]() |
Filmdeki en büyük eksiklik fragmanın sonunda çalan Starsailor şarkısı "Tie up my hands"in filmde geçmiyor oluşu. Fragmanı izlerken tüylerim diken diken oluyor. Filme çok yakışan bir şarkı. 2004 yılında gerçekleşen Rockistanbul festivalinde Starsalor sahnede bu şarkıyı söylerken, birçok kişi gibi ben de gözyaşlarımı tutamamıştım. İnanılmaz bir etki bırakıyor.
Starsailor - Tie Up My Hands Wipe the make-up from your face Sil yüzünden makyajını... Tie your hair and gently fall from grace Topla saçlarını, incecik de bir zülüf sarkıt aşağı... Until I come again Ben tekrar gelene değin... Take the disaffected life İşi ile hayatını yürütmeye çalışan... Men who ran the company ran your life İnsanların heder hayatına bürün... You could have been his wife Hatta evlen onlardan biriyle... I wanna love you but my hands are tied Sana sevdalanmak ister bu gönül, lakin bağlı elim kolum... I wanna stay here but I've been denied Gönül kalmak ister burada, ama istenmiyorum... Lets watch the clock until the morning sun does rise Güneş üstümüzde ışıyana kadar, yelkovanla akrepi izleyelim diyorum... Wipe the sweat from off your brow Sil alnından akan terleri... All that you believe is here and now İnandığın her şey tam karşında... You could have had more doubt Ama bitmeyen kuşkuların kafanda... Wipe the shadow from your eyes Sil rimellerini gözlerinden... Rest your daughter while your mother cries Uyut kızını, bir kenarda annen ağlarken... You could have let him fly Uçup gitmesine müsaade edebilirdin... I wanna hold you but my hands are tied Seni sarmak ister bu gönül, lakin bağlı elim kolum... I wanna stay here but I've been denied Gönül kalmak ister burada, ama istenmiyorum... I wanna lie here 'til we've killed this bitter doubt Şu yere batası kuşkuları silene kadar burada uzanmak istiyorum... I wanna hold you but my hands are tied Seni sarmak ister bu gönül, lakin bağlı elim kolum... I wanna stay here but I've been denied Gönül kalmak ister burada, ama istenmiyorum... Lets watch the clock until the morning sun does rise Güneş üstümüzde ışıyana kadar, yelkovanla akrepi izleyelim diyorum... I wanna hold you but my hands are tied Seni sarmak ister bu gönül, lakin bağlı elim kolum... I wanna sleep here but I've been denied Gönül uyumak ister burada, ama istenmiyorum... I wanna stay here 'til we've killed this bitter doubt Şu yere batası kuşkuları silene kadar burada uzanmak istiyorum... I wanna hold you but my hands are tied Seni sarmak ister bu gönül, lakin bağlı elim kolum... I wanna sleep here but I've been denied Gönül uyumak ister burada, ama istenmiyorum... Lets watch the clock until the morning sun comes out Güneş el sallayana kadar, yelkovanla akrepi izleyelim diyorum... -------------------- |
RockeT |
![]()
İleti
#4
|
![]() Etkin Üye ![]() ![]() ![]() Grup: Üyeler İleti: 242 Katılım: 6-December 10 Üye No.: 8,285 ![]() |
Edward Nortonun Geçmişini Anlattığı bölümler çok başarılıydı. Sanki böyle bir adam varmışta o anı konuşmaları yaptıklarına şahit olmuşuz gibiydi. Bir çok oyuncu ile oyunculuk dersi verildi. Son sahne acayip düşündürmüştür. Tam anlamı ile vicdan aile arkadaşlık muhasebesi olan ağır bir film. Tabiki on numara...
-------------------- ![]() |
![]() ![]() |
![]() |
Basit Görünüm | Şuan: 10th December 2019 - 07:59 AM |